Dini yeniden anlamak ve anlamlandırmak ne demektir ...

iddia ne demektir

iddia ne demektir - win

Ne kadar attıklarım kadar "ohalık" bir durum olmasada ve bilimsel olmasada "yan delil" olarak adlandırdığım deliller

kur’an’ı hz. peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi
“gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere teheccüd namazı kıl.” (isra suresi, 79)
üstelik, bu gece namazının süresiyle ilgili şu ayet inmişti:
“(ey muhammed) kalk! birazı hariç olmak üzere gecenin yarısını ibadetle geçir. yahut, bundan biraz eksilt veya arttır.” (müzemmil suresi, 2-3)
yani, hz. peygamber (sav) mesela dokuz saatlik bir gecenin yarısı olan dört buçuk saatini ibadetle geçirecek, bazen bunu üçte birine kadar düşürüp üç saat, bazen de üçte ikisine kadar çıkarıp altı saat ibadet edecektir. insanın bir hafta dahi takat getiremeyeceği müzemmil suresi’nde taktir edilen bu ibadet 1 yıl devam etti. hz. peygamberin (sav) yanında bazı sahabeler de bunu uyguladı. hatta sahabenin ayakları ibadetten su toplamıştı. bu emirde ağır bir vahyin ilerisi için hazırlık murad edilmişti. gereken hazırlık yerine gelincede surenin son ayeti nüzul olmuş, insanın sabretmekte ve geceyi taktir etmekte zorlanabileceği bu ibadet yükümlülüğü hafifletilmiş ancak hz. peygambere (sav) teheccüdün farz olması hükmü, sadece ona özel, ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. (bkz: isra, 79) resulullahın (sav) evinde geceleyen ibni abbas (ra), o'nun (sav) gecenin üçte birinde ibadet ettiğini gördüğünü (buhari, tefsir, sure 3, 17/18) bildirir. yine, gece ibadet edip uzun uzun ağlaması üzerine hz. aişe'nin (ra) "allah senin günahlarını affetmişken niçin bu kadar kendini üzüyorsun" sorusuna efendimizin (sav) "allah'a şükreden bir kul olmayayım mı!" cevabı manidardır. (buhari, teheccüd, 6; müslim, münafikun, 79-81)
kur’an’ı -haşa- peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi, bir insanın şu dünyada en çok lezzet duyacağı uyku nimetinden mahrum kalacağı ayetler niçin kur’an’a yazdırsın! nafile olarak kıldığı diğer pek çok namaz, nafile oruçlar, yemeklerden doymadan kalkması, zühd hayatını tercih etmesi vb. de bunun cabasıdır.
bu niçinler bitecek gibi değildir. geleceğe dair bu kadar riskli ayetin, üstelik ayrıntılarda dahi risklerin bulunduğu ifadelerin sonucunda davanın hiç bir şaşma, en ufak bir yanılma olmadan devam etmesi ve ayetlerin bir bir çıkması tesadüf olamaz! kur’an'ı allah’ın (c.c.) indirdiği, bu kadar mucizevi haberi ve hz. peygamberin (sav) -ehli dünyanın gözüyle- rahatını bozacak ayeti hiç çekinmeden kur’an'a ancak allah’ın (c.c.) koyabileceği apaçık ortadadır.
elbette, islam akıl sahiplerinin idrak edebileceği bir dindir. kalbindeki fitne ve fesattan ötürü allah (c.c.)’ın da kendisini saptırdığı ve kalbini mühürlediği kişilerin bu incelikleri anlaması, onun için gerçekleşmesi zor belki de imkânsız bir beklentidir. yoksa, allah’a ve islam’a inanmayan ama samimiyetle düşünen biri, insaf ile kâinattaki yaratılış harikalarına baksa, allah (c.c.)’ı bulacak, insaf ile islam’ı, kur’an’ı ve hz. muhammed (sav)’i düşünse hakikati kabul edecektir. bizler, yine de onlar yerine düşünelim:
bir ateist, deist vb. gözüyle düşünelim…
arabistan çöllerinde okuma yazma bilmeyen bir zat (sav) çıkıyor. küçükken yetim ve öksüz kalmış, hiç bir kütüphanesi, laboratuvarı olmayan bir çöl diyarında büyümüş, herkes nasıl bir ömür yaşadığına şahit olmuş. kırk yaşında kendisine peygamberlik geldiğini iddia etmiş. o güne kadar tek vasfı “güvenilir ve doğru sözlü” olması. başka herhangi bir vasıf kendisine itham edilmemiş. âlim, sihirbaz, şair, komutan, deha vb. vasıflar daha önce kendisine verilmemiş.
kimileri de der; “mucizeleri aklım almaz! peygamberin nasıl elinden su gelir, nasıl bir işaretiyle ayı ikiye ayırır, nasıl küçük bir tas yemekten yüzlerce sahabi doyar, nasıl bir ağaca gel dediğinde kökünden çıkıp gelir, git dediğinde yerine gider.” bediüzzaman’ın güzel bir örneğinden esinlenerek cevap vermek gerekirse; birisinin bir gücü olduğunu varsayalım ki, bir işaretiyle bir dağı yerinden kaldırıp başka bir yere koyabilsin. sonra deseler ki, bu zat bir işaretiyle bir kalemi yerinden kaldırıp başka yere koyabildi. elbette inanırız. “zira, dağı yerinden kaldırmaya güç yetiren, bir kalemi mi kaldıramayacak!” evet, kâinatı yaratan, milyonlarca ışık yılı ötelerde milyarlarca galaksi içinde milyarlarca yıldızı yaratmaya ve çekip çevirmeye güç yetiren, dünya’yı dağları, engin denizleri yaratmaya güç yetiren allah (cc), bir peygamberinin elinden su getirmeye mi güç yetiremeyecek, kulunun bedenini miraç gecesi göğe yükseltmeye mi güç yetiremeyecek! bunun, hiçbir mantıklı izahı yoktur. kudreti sonsuz olan bir yaratıcı her şeye kadirdir. ol der ve oluverir. mucizeler, peygamberlerin yeteneği değil allah’ın izin vermesiyle oluşan harikulade olaylardır. hz. musa (asm)’ın da gösterdiği mucizeler karşısında sihirbazlar, “bu bir sihir olamaz, sihrin gücü buna erişemez, musa’nın rabbine iman ettik” diyerek iman etmişlerdir.
üstelik, sadece devrinin değil, kendinden sonra 14 asır boyunca gelmiş insanların hayatlarına getirdiği hukuk ve ahlak kurallarıyla huzur, güven, hoşgörü, adalet ortamı oluşturuyor. asırlar boyunca büyük devletleri adalet içerisinde yaşatabilecek ve bu esaslardan uzakşatıklarında nizamlarını, adaleti, devletlerini kaybettikleri bir düzen getiriyor, suç oranlarını en düşük seviyeye çekebilecek ve varlığını sürdürmelerini sağlayacak hükümler ortaya koyuyor. hâlbuki, beşer kanunları denendikçe aksaklığı tespit edilir, belirli periyodlarla “bu kanun olmadı, adaletsizlik oldu, şunla değiştirelim” denilir. kur’an ve islam nizamı bir kere inmiştir ve değiştirilmesine gerek kalmadan asırlarca adalet dağıtmıştır. çok kısa bir sürede böyle büyük, çelişkisiz ve sonradan düzenlemeye, değiştirmeye ihtiyaç bırakmayacak bir nizamı, değişimi tarih boyunca herhangi bir devlet adamı başarabilmiş değildir ve bu adaleti tahsis edebilmiş bir devlet sistemi görülmemiştir.
dikkat edelim! bu zat (sav), kırk yaşına kadar insanların dilinde sadece “doğru sözlü, güvenilir” olarak tanınan, okuma-yazma bilmeyen bir insandı. kırk yaşında bir anda bu insana ne oldu ki, bu ve daha sayamadığımız binlercesini yapabilecek duruma geldi! bu başarı bir insana mı aittir, yoksa bunları o’na (sav) sonsuz güç ve kudret sahibi bir yaratan (c.c.) mı yaptırmıştır! hakkaniyetli düşünmek çokta zor değildir. bir kur’an ayetinde şöyle buyurulur:
“de ki: eğer, allah dileseydi, ben size onu okumazdım, allah da size onu bildirmezdi. ben sizin aranızda bundan (kur'an'ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. hiç düşünmüyor musunuz!” (yunus suresi, 16)
kur’an’da matematiksel tevafuklar
kâinatın yaratıcısı olan allah’ın kâinata koyduğu düzen ve kanunlar ileri düzeyde metamatiksel hesaplarla ortaya konulmuştur ve kâinatta var olan simetri, kâinatın bir yaratıcı tarafından var edildiğini açıkça ilan etmektedir. yeryüzünde ve evrende bir düzenin varlığı, asırlarca islam âlimleri tarafından dile getirildiği gibi, matematiksel denklemlere dökülebilen bu düzen ve simetri, bilim adamları tarafından da kabul edilmiştir. kuantum fiziğinin öncülerinden olan ve kuantum kuramı formülü ile heisenberg ve schrödinger’i tamamlayan paul a. m. dirac bu hususta şöyle demiştir: “yaratıcı, evreni yaratırken ileri düzeyde matematik kullanmıştır.” (paul a. m. dirac, the evolution of the physicist’s picture of nature, scientific american 208, sayı 5, mayıs, 1963: 53) yine, simetri alanının en uzman kişilerinden biri olan anthony zee, kâinatta var olan muazzam bir simetriden ve bu simetrinin kaynağının yaratıcıdan başka bir seçenekte aranamayacağından bahseder. doğanın kanunlarının esasında doğanın temelindeki simetrileri yansıttığını ifade eden zee, “simetri, maddi dünyayı anlamamızda gittikçe artan merkezi bir rol oynamaktadır. temel fizikçiler, en büyük tasarımın simetrilerle dolu olduğu inancını benimsemektedirler. bize rehberlik eden simetri olmasaydı, modern fiziğin başlaması mümkün olmazdı. fizik, günlük deneyimden uzaklaşıp yaratıcıya yaklaştıkça, akıllarımız sıradan kalıpların dışında düşünmektedir.” der. (anthony zee, fearful symmetry, new york: macmillan, 1986, 280-281)
“kâinatı yaratan allah, kâinatta bu şekilde matematiksel denklemlerle açıklanabilecek manalı kanunlar ve simetriler oluşturduysa, bu kâinatın yaratıcısı olan allah tarafından gönderilen kur’an’ı kerim’de de acaba manalı matematiksel tevafuklar var mı?”, konusu son derece ilgi çekicidir.
kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığının ve allah tarafından gönderildiğinin önemli delillerinden birisi de, 1400 yıldır hiçbir islam âliminin haberdar olmadığı, yaklaşık 50 yıl önce bilgisayarların yaygın kullanılmaya başlanmasıyla keşfedilen, kur’an’da birbirleriyle mana ilişkisi olan kelimelerin tekrarlarındaki matematiksel tevafuklar ve simetrilerdir. bilindiği üzere, kur’an ayetleri bazen ani konuşmalar esnasında, bazen savaş esnasında, bazen bir soru, cevap bulması gerektiği zamanda çeşitli şekillerde, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde nüzul olmuştur. bu farklılıklar içerisinde hz. peygamberin (sav) bu oransal bağı düşünmesi ve tutturabilmesi mümkün değildir. buna rağmen, kur’an’ın içinde birbiriyle anlamlı kelimeler mucizevi bir şekilde aynı sayıda ve manalı oranlarda tekrar etmektedir. sahabe döneminden beri kur’an’da sure sayısı, ayet sayısı, kelime sayısı gibi araştırmalar yapılagelmişti. ancak, kur’an’ın farklı ayetlerinde ve apayrı cümleler içinde var olan ve tekrar eden mana ilişkisi içindeki kelimelerin matematiksel oranda tevafuk etmesi ilk defa 1970’li yıllarda abdürrezzek nevfel tarafından keşfedildi. ne hz. peygamber (sav), ne de bilgisayarların icadına kadar herhangi bir islam âlimi kur’an’ın bu mucizesinden bahsetmemiştir. demek ki, bu kelime tekrarları hz. peygamber (sav)’in kontrolü dışında kur’an’a konulmuştur. aksi olsa idi, hz. peygamber (sav) bu önemli delili müşrikleri ikna etmek için kullanır, sonradan gelen islam âlimleri de bu delili dillendirirdi. kur’an’ın arapçasından yani orijinalinden bu kelime tekrarları görülebilir. (bir kısım islam karşıtları, mealler üzerinden kelime taraması yaparak bu delilleri görmezden gelmeye çalışır. hâlbuki, meallerde meal yazanın kelime inisiyatifi vardır ve parantez içinde ya da mealde verilen şahsi açıklamalar da sayıma etki edebilmektedir. bu sayım, kur’an’ın arapça orjinaline hastır ve arapçasından yapılabilir. ayrıca, bu sayımı yapacak kişinin arapça gramer bilgisine sahip olması gerekir. bu mükemmel delili yok etmek için islam karşıtları tarafından sunulan uydurma ve ilimsiz yöntemler kaale alınmaz. bu hususta abdürrezzak nevfel’in bizzat arapça gramer kurallarına göre yaptığı sayım için “kur’an’da ölçü ve ahenk” kitabı incelenebilir.) bu tekrarlara örnekler verecek olursak:
bu örnekler daha da arttırılabilir. elbette, aralarında mana ilişkisi bulunan bunca kelimenin belli oranda, farklı zamanlarda ve en önemlisi farklı farklı ayetlerde zikredilmesi, asla tesadüfe havale edilemez. hz. peygamber (sav)’in, insanları imana davet ederken kur’an’ın delili olarak böyle bir şeyi hiçbir zaman dillendirmemesi, bu kelime tekrarlarına kendisinin müdahalesi olmadığını gösterir. tevafuk eden bu kelime dizilimleri, kur’an’ın allah (c.c.) katından indirildiğinin, kur’an’ın korunduğunun bir başka delilidir. aynı zamanda, kur’an’ın bir benzerinin getirilemeyeceği ayetinin mahiyeti, bu keşiflerle daha da iyi anlaşılmıştır.
“…allah (c.c.), onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.” (cin suresi, 28)
kur’an’ın hz. peygamber’in arzusuna uymaması
hz. peygamber (sav)’in ikaz edildiği, ciddi şekilde uyarıldığı, yanlış içtihatlarının düzeltildiği ayetler de, kur’an’a hz. peygamberin (asv) müdahelesinin olmadığını delillendirir. (bu konuda örnekler için bkz. tevbe, 43, 84; enfâl,67; isrâ, 74; ahzâb, 2,37; abese, 1-10; yûnus, 94; en'âm, 35,52; tahrim, 1; nisa, 105; münâfıkun, 6. ayrıca bkz. el-matrafi, âyâtu'l tâbi'l-mustafa (sav), kâhire, 1977)
malumdur ki, halkın kendisine oy vermesini ve itimat etmesini isteyen bir siyasi, insanlığı gereği hatalı bir davranışta bulunsa ya da hatalı bir söz söylese hatasını kabullenmek istemez. hatasını tevil ederek, “kastettiğim farklı bir manaydı, siz bunu yanlış anladınız vb.” der veya rakibinin hatalarını göz önüne getirerek kendi hatasını kapatmaya gayret eder. çünkü, hatanın kabulü ve bu hatanın insanların göz önüne sık sık getirilmesi, insanların kendisine olan itimadının kırılmasına sebep olabilir. bu sebeple, kendisini bunu yapma mecburiyetinde hisseder. haşa, kur’an vahiy olmasaydı, kendisine itimat edilmeyi bekleyen insanlarda görülen bu özelliğin hz. peygamber’de de (sav) görülmesi gerekirdi. ancak, kur’an’da bu durumun tam tersi ayetlere rastlanılmaktadır. hz. peygamber (sav) kur’an’ı kendisi yazmış olsaydı, kur’an’a asla koymayacağı ayetlere abese suresi örnek olarak gösterilebilir. surenin iniş sebebi şudur:
bir gün hz. peygamber (sav), kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden bazılarına dini telkinlerde bulunuyor, onları islam’a davet ediyordu. bu toplantı esnasında görme engeli olan (kör, âmâ) ümmü mektum içeri girerek: “ya rasulullah! allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret.” diye bağırdı. hâlbuki, peygamberimiz o esnada velid, umeyye ibn halef gibi sözlerine çok itibar edilen reislerden birini ikna etmeye çalışıyordu. bu adamlar, kendilerinin yanında fakirlerin bulunup söze karışmalarından hoşlanmazlar, sadece kendilerine ilgi gösterilmesini isterlerdi. ümmü mektum, tekrar hz. peygamber (sav)’e seslendi ve isteğini tekrar etti. hz. peygamber (sav), bu önemli durumda ümmü mektum’u küçümsediğinden değil, mekkenin ileri gelenlerini ikna etmeye çalıştığından ve onların dağılmasından endişe ettiğinden, ümmü mektum’la ilgilenmedi ve ümmü mektum’un böyle sözünü kesmesi kendisine rahatsızlık verdi. bunun üzerine, peygamberimizi (sav) yaptığı davranıştan dolayı tenkit ve ikaz eden abese suresi’nin şu ayetleri indi: (taberi, 30/33-34; ibn-i kesir, 4/470; tirmizî ve ebû ya'la'dan naklen)
1,2. kendisine o âmâ geldi diye (peygamber) yüzünü ekşitti ve arkasını döndü. 3. (ey muhammed!) ne bilirsin, belki o temizlenecek! 4. yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. 5. ama buna ihtiyaç hissetmeyene (kabile reisine) gelince; 6. sen, ona yöneliyorsun. 7. onun temizlenmesinden sana ne! 8. ama sana can atarak gelen, 9. allah’tan korkarak gelmişken. 10. sen onunla ilgilenmiyorsun! 11. hayır, hayır, asla! çünkü bu (kur'an) bir öğüttür. 12. artık dileyen onu düşünsün.
bu ayetler, toplum kendisine itimat etsin diye bekleyen birisinin kur’an’a yazacağı ayetler değildir. haşa kur’an vahiy olmasaydı, bu durum karşısında hz. peygamberin (sav) “geldiğini fark etmedim, o esnada önemli bir toplantı halindeydik bunu yapmaya mecburdum ya da hatalı olan o’dur” gibi savunmalar yapması gerekirdi. ya da, derdi dünyalık olan biri, karşısında bir kabile reisi varken ve o reisin iknası kabilenin iknası anlamına gelecekken, bir vasfı bulunmayan ve kendisine fayda getirmeyecek kişinin değil, reisin tarafında durur, “reis belki şimdi ya da ilerde bize fayda getirebilir” diye gönlünü hoş tutmaya çalışırdı. ancak, inen ayet kabile reisini umursamamış, ümmü mektum’a değer vermiş, hz. peygamberi (sav) ikaz etmiştir. üstelik, bu kur’an ayeti henüz daha islam yeni yeni yayılırken nüzul olmuştur. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur. zaten, hz. peygamberin (sav) hem kabile reisini iknaya çalışması hem de onu umursamayan bir ayet yazması bir çelişkidir. bu ayetin nüzulünden sonra ümmü mektum yanına her gelişinde peygamberimiz (sav); “ey hakkında rabbimin beni ikaz ettiği zat, merhaba!” buyurur ve cübbesini onun altına yayardı. bunun yanında, peygamberlerin günahları olmadığı malumdur. peygamberlerde zuhur eden, “daha üstün olan hali terk etmek” şeklindeki insanlığından kaynaklanan bu gibi hatalara “zelle” denilir. yaşanan ve ani gelişen bu olay, hz. peygamber (sav)’in o yüce ahlakına hiçbir zeval getirmez.
yine, bir gün hz. peygambere (sav), ruh, ashab-ı kehf ve zülkarneyn'den sorulunca hz. peygamber (sav) “yarın gelin, sorularınıza cevap vereyim.” buyurmuş ancak “inşallah” demeyi unutmuştu. bir kişi, iki sene sonra, yarın, üç saat sonra gibi gelecekte “filan işi yapacağım” dediğinde, allah izin verirse - inşallah demesi gerekir. ancak, hz. peygamber (sav) bunu söylemeyi unutmuştu. ertesi gün olunca, hz. peygamber (sav), kendisine sual soranlara cevap vermek için vahyin gelmesini bekledi ancak vahiy beklediği zamanda gelmedi. üç gün, beş gün derken vahiy bir türlü gelmeyince bu fırsatı kaçırmayan müşrikler “muhammed’in rabbi, o’nu unuttu!” demeye başlamışlardı. hz. peygamber (sav) buna çok üzülmüştü. (razi, 21/238) vahiy, haftalar sonra geldi ve sorulan sorulara cevap verilmeden önce hz. peygamber (sav) şöyle uyarıldı:
"hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! ancak, ‘allah dilerse, inşallah yapacağım’ de. unuttuğun zaman rabbini an ve ‘umarım rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de." (kehf suresi, 23-24)
ikaz içeren bu ayetler de, toplumun kendisine itimat etmesini bekleyen birisinin kur’an’a ekleyebileceği ifadeler değildir. ayette yapılan hataya karşı bir ikaz olduğu gibi, aynı zamanda peygambere yapılması emredilen dua da, kişinin acizliğini ortaya koyan bir dua şeklidir. kur’an haşa uydurulmuş olsa, uyduran kişinin derdi dünya ve toplumun beklentisi olurdu. ancak, emredilen dua şekli, toplumun beklentisini değil allah’ın rızasını gözeten bir dua şeklidir. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur.
yine, kur’an’ın, hz. peygamber (sav)’in arzusuna uymaması ve beklediği durumlarda vahyin gelmemesi de, kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığını delillendirir. mesela; münafıklar medine’de peygamberimizin eşi hz. aişe’ye (ra) zina iftirası atmış ve hz. peygamber (sav), hz. aişe (ra) ve hz. aişe’nin babası hz. ebubekir (ra) efendilerimiz çok zor günler geçirmiş, bunun yanında müminler büyük şaşkınlık yaşamıştır. düşünelim ki, bir kişi komşusunun kızı hakkında “bu kız anne babası evden gidince eve yabancı erkekler alıp zina yapıyor” diyerek iftira atsın ve kızın kendisini haklı çıkaracak bir şahidi, delili bulunmasın. böyle bir durumda iftiraya uğrayan bu kız ne hisseder! anne-babasının ve akrabalarının hali nice olur! hiçbir komşusunun yüzüne bakamaz, mahalleye çıkamaz, okuyorsa okuluna dahi gidemez hale gelir. bir an önce bu beladan kurtulmayı ailecek dilerler, ellerinde bir delil olsa hemen sunarlar ve sorunu kapatırlar. haşa, kur’an vahiy olmasa ve hz. peygamber (sav) tarafından kaleme alınsaydı bu ağır psikoloji altında, medine’nin karıştığı böyle sıkıntılı bir sürecin çözüme kavuştuğu ve peygamber ailesinin temize çıktığı ayetin hemen inmesi beklenirdi. ancak, bu meselenin iç yüzünü ortaya koyan ayet olaydan bir ay sonra nüzul olmuştur. bir ay boyunca efendimiz (sav) ve ailesi ve müminler bu sıkıntıyla imtihan edilmiştir. inen ayetlerde ise, hz. aişe (ra) temize çıktığı ve ashab sevindiği gibi, “mümin erkek ve mümin kadınların ‘bu bir iftiradır demesi gerekmez miydi!’”, “bu iftirayı ispat için dört şahit getirmeli değiller miydi!”, “eğer, dünyada ve ahirette allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinize olmasaydı içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu.”, “siz bu iftirayı basit bir iş zannediyordunuz.” (nur suresi, 11-20) gibi ifadelerle müslümanlar uyarılmıştır. bu uyarılar ve vahyin uzun süre sonra inişi, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesinin olmadığının önemli bir delilidir. bu başlık altında daha pek çok delil getirilebilir.
kur’an’ın üstün i’cazı
kur’an’ın arapçasına has i’cazi delilleri, belâgatı, cezaleti ve benzer mucizeleri başlı başına dev bir eser oluşturur. hatta bu eserler, yine de kur’an’ın sonsuz mucizevi yönünü ortaya koymada aciz kalır. kur’an nazmını insan nazmından ayıran en büyük fark, her kelimenin hatta her harfin tam yerli yerinde olmasıdır. insan eliyle hazırlanan her eser, müellif tarafından geri dönüp tekrar okunduğunda “şu kelime yerine bu daha uygun düşerdi, bu cümlede hata oluşmuş” gibi eleştirilere ve düzeltmelere maruz kalır. ancak, kur’an ayetleri, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan nüzul olduğu gibi aynen korunmuştur ve bu haliyle kusurlardan münezzehtir. her asırda yeni bir mucizesi ortaya çıkmaktadır. belagat savaşlarının yapıldığı, şiirin, söz sanatlarının zirvede olduğu devirde, şairleri aciz bırakan ve kendisine teslim eden kur’an belagatı, asırlardır aynı mükemmelliğini korumakta ve beşer eliyle yazılmış hiçbir kitapta görünmeyen “yenilenme, düzeltme” ihtiyacını barındırmamaktadır. bir şiir kitabı olmamasına rağmen, sayfalar ve sureler boyunca devam eden ahenk, arap edebiyatında daha önceden benzeri görülmemiş kalıplar, kafiye düzenleri ve tüm söz sanatları içerisinde imandan ibadete, ahiret âleminden dünya âlemine, hukuk kurallarından sosyal ve ahlaki ilkelere, geçmiş haberlerinden gelecekten verdiği haberlere kadar pek çok konuya yer verilmiştir. bir cümleden, bir kelimeden hatta bir harften dahi pek çok hükümler, manalar çıkarılabilmiştir. konuların değişiklik ve karmaşıklığına rağmen kur’an’ın üslubu baştan sona kadar kemal düzeyde kalmıştır.
edebiyat tarihine baktığımız zaman, her müellifin kendi yeteneklerine uygun konularda eserler verdiğini görürüz. hatta, aynı konuyu seçmiş yazarlar arasında dahi konuyu işleyiş tarzında, konuya yaklaşımda bile bariz med ve cezirlere rastlanabilir. mesela; kimi şairler övmede ileri gidip hicivde geri kalmış, kimisi hicivde devleşip övgüde cüceleşmiş, hatta arap edebiyatında görüldüğü üzere, kimi şairler sadece belli bir hayvanı, manzarayı, mehtabı, harp sahnesini tasvir ile ün kazanmıştır. diğer taraftan, büyük bir şairin şiirlerini incelediğimizde, değişen durumlara göre onun şiirlerinde farkların ortaya çıktığı dikkatimizi çeker. bu şairin şiirleri arasında görülen bu farklılaşma, aynı şairin bir şiirinin katları arasında, farklı konulara geçiş yapılırken dahi müşahede edilebilir. bir de, meseleyi aynı şairin manzum ve mensur eserleri arasında kıyasa kalkışırsak, daha da büyük farkların kendini gösterdiği görülür.
kur’an’ın insanlığın varoluş sorunlarına ikna edici cevaplar vermesi, tüm insanlığı kapsayan evrensel din esaslarına sahip olması, aklın idrakte aciz kaldığı bu kâinatın yaratıcısının isim ve sıfatlarının akla, mantığa en uygun bir biçimde kur’an’da ifade edilmesi, diğer semavi dinlerin tahrif edilmiş hallerinden, birden fazla ve birbiriyle çelişkili kutsal kitap inanışlarından, peygamberlerin şanına yakışmayan iftiralardan, oğul edinmiş, şekilden şekile girmiş ilah anlayışıdan, diğer din ve inanışlarda var olan bulutların üstündeki tanrı, 33 adet tanrı, tapılan hayvanlar, tapılan doğa gibi inançlardan münezzeh olması, yine kusurlardan münezzeh din ve iman esasları sunması, kur’an’ın bozulmadan, değişmeden günümüze kadar ulaşması ve bu ilk nüshaların hala daha mevcut olup günümüz nüshalarıyla bire bir aynı olması, ortaya koyduğu hukuk ve ahlak ilkelerinin insan fıtratına uygunluğu ve bu hükümlerle adaleti, nizamı, huzuru temin etmesi, her hak sahibine hakkını vermesi, hastasından yaşlısına toplumun hiçbir ferdinin bu hükümlerle mağdur kalmaması ve sayamadığımız nice delil, kur’an’ın allah katından indirilmiş bir kutsal kitap olduğunu delillendirmektedir.
Kaynak: https://eksisozluk.com/islamin-hak-din-olduguna-deliller--6139870
submitted by AirIlguz to MuslumanTurk [link] [comments]

Şanş Faktörü ve Hayatın Prime Timeları (Lord'un yazısı , crosspost yapıcaktım ama olmuyormuş)

Benim hayatım olamamışlıklar üzerine kurulu ve derin derin düşünüyorum, her şeyin kökenine inmeye çalışıyorum. İçinde bulunduğum durumun yüzde kaçından ben mesulum diye. Ne kadar garip değil mi? Varlığımızdan bile kendimiz mesul değilken, birileri "her şey sizin elinizde" diye maval okuyor. Evet sanatsal bir ruhum vardır, gerçek dışılığın sanatsallığını severim, lakin hayatta böyle gerçek dışı savlara inanacak bi yapım olsaydı zaten dindar olurdum. Her şey bizim elimizdeymișmiș. Değil. Hatta daha da kötüsü, hiçbir şey bizim elimizde değil. Bizim elimizde olan en ufak şey bile yok. Hepimiz, birbirimiz olma ihtimalleri arasında rastgele savrulup evrenin tombalasında gözünü açtığı gibi "ben" demiş ve etrafındakileri benimsemek durumunda bırakılmış yaratıklarız. Ben demek, dünyanın en küstah yanılsaması. Belki de Tanrı'nın espri anlayışı. Çünkü Bilge Kağan'ın 1500 yıl önce Göktürk kitabelerine kazınmış sözü gibi; "Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu ölmek için türemiş." Kendi varlığını kendisi seçmemiș, kendisini kendisi yaratmamıș hiçbir şey aslında benlik değildir. Ama elbette tabiatın bir oyunu var, bir sistemi var ve bunun içinde hayata odaklanıp her şeyin başını unutarak yaşıyoruz, ki yaşayabilmemiz için her şeyin başındaki noktayı unutmamız şart zaten. Adeta düşünmemiz yasaklanmış o bölgeyi. Çözümsüzlükler silsilesinden başka bir şey değil.
Her neyse sonuç olarak bir ben var bundan dolayı ve nerden geldiğimi nereye gideceğimi bilmediğim bu diyarda yüreğim kara deliklerden bile daha boş. Kendimi buraya ait hissetmiyorum. Kendimi "yaşama" ait hissetmiyorum bi kere. Çünkü ben kazananlar safında değilim. Ben kaybedenler tarafındayım. En azından bu şu an böyle. Ve kaybedenler safında yer alanlar zaten yaşamazlar. Yalnızca yüreklerinde bitmek bilmeyen bir ağırlıkla nefes alırlar. Nefes almak, biyolojik olarak yaşamaktır evet. Ama biyolojik olarak yaşayan herkes gerçekten yaşamaz. Kaybedenler ve kazananlarla döner bu çark. Ben bunları yazarken, birisi dünyanın en güzel hatununu siker, birisi dünyanın en büyük ticaret sözleşmesine imzasını basar, birisi dünyanın en büyük konserini verir, birisi insanların hayatlarını değiştirecek bir karar verir. Yani şu an, hiçliğin doruklarında, hayata karşı yenilmiş ve yerlerde sürünenler olarak, kaybedenler olarak, siz nelere gereksinim duyuyorsanız, sizin gereksindikleriniz başkalarının ritüel bir hayat standardı olmuş ve daha fazlası için koşturuyor. E zaten kaybedenin koşacak ne mecali ne ayağı kalmış, ne ateşi ne de ruhu. Yani kaybedenlerin cebine kuruş zor bela girerken, birileri daha fazla milyon dolar daha fazla milyar dolar kazanmanın, daha fazla kendisini gerçekleştirmenin, daha fazla üretmenin peşindeler. O insanlar 'yaşıyor'lar, kaybedenler ise o insanlar bir mekana gittiğinde oradaki bir garson, o insanların yakıtını dolduran bir benzinci, o insanların pisliğini temizleyen bir hizmetçi, veyahut intihar eşiğinde kazananların daha çok kazanmasına yarayan ilaçlara para vererek hayata tutunmaya çalışıyor, kazanan daha çok kazanıyor, kaybeden daha da dibe gömülüyor. Velhasıl kelam çark böyle dönüyor. Yükselmek için kaybedenlerin geçtiği yollardan geçen, buna dayanan, direnen insanlar da mevcut tabiki de.
Evren bu düzeni herkese rastgele dağıtmış. Herkese fıtratını da öyle. Birileri bi plan yapar, birileri o planı bozar, dünya bir meydan, herkes yenișmeye çalışır. İmparatorlar, fatihler, alimler, tarih adlarını duyduğumuz büyük insanlarla dolu, ve İmparatorların sınırlarını çizmek için canlarını veren isimsizlerle. Bir kralın oğlu olarak doğduğunuzda, büyük bir şansla ve sorumlulukla doğarsınız. Kazananlar dertsiz değil elbet, ama kazananların derdi farklı. Kaybedenler ekmek peşinde, su peşinde, karşı cins peşinde, barınak peşinde, biyolojik olarak yaşamanın peşinde olur olsa olsa. Aklından daha fazlasını geçirse bile, bir insan nasıl uçmayı hayal edebilir fakat aynı zamanda da asla uçamaz ise, kaybedenin hayalleri de aynı böyledir, edebilir ama yapamaz. Hayal ettiklerinden ne kadar uzaksan o kadar 0 noktasının altındasın demektir.
Kim bana kralın oğlu ile bir çiftçinin oğlunun kendi hayatlarını kendilerinin seçtiğini iddia edebilir? Hangi "her şey elinizde" diye maval okuyan, bana o çiftçinin isterse kral olabileceğini söyleyebilir? Birinin sadece doğmasıyla ayaklarına serilmiş, ötekisinin de böyle bir şey yapması imkansız keza yapmaya kalkıștı diyelim daha önce kendisine adam akıllı bir zırh yapması için bilmem kaç yıl çalışması, adam toplamak için gecesini gündüzüne katması gerekirdi, ki zaten bir soylu olmadığı için bu imkansız olurdu. Evet tarihte bazı istisnai figürler var. Bunlar ders alınacak kişiler. Sultan Baybars, kölelikten yükseldi, ama şu bir gerçek, yapması imkansız değildi, sadece çok zordu. Ama imkansız değildi. Yükselmesine olanak veren bir sistem vardı. Spartacus, yükselmesinin mümkün olmadığı bir zamanda bunu deneyerek yine örnek olabilecek bir davranış sergiledi. Fakat kazananlar, mancınıklarıyla, çocukluktan beri eğitim alan ağır zırhlı lejyonlarıyla Spartacus ve kendisine katılan onbinlerce köleyi kılıçtan geçirip yok etti ve hadlerini bildirdi.
Başlangıçtaki şans faktörüne değindik, peki, inişler çıkışlar? Bunları ne belirliyor? Nedir mesela Sultan Baybars'ı hayatının bir zamanları esir olarak Moğollardan Bizans'a, ordan da Memlüklere satılan bir köle yapan ama sonradan da onu kral yapan neydi? Cengiz Han'ı bir zamanlar düşman göçebe boyunun esiri yapan, sonradan tecavüze uğrayacak olan karısını bile koruyamayacak kadar güçsüz yapan, ama sonra onu tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatoru yapan neydi? Nikola Tesla'yı hayatının bir döneminde inşaatta çalıştıran ama sonra dünyanın en büyük mucidi yapan neydi? Adolf Hitler'e Viyana'nın sokaklarında karın tokluğuna boyacılık, sıvacılık, amelelik yaptıran ama sonra onu İkinci Dünya Savaşı'na en güçlü devlet olarak giren bir ülkenin lideri yapan neydi? Cevap yine aynı. Şans.
Bu insanların azmi de, hırsı da, kendi içlerindeki denk geldiği doğuştan ve çevresel özelliklerle bütünleşiyor. O çok korkulan adamlar bir zamanlar esirdi, köleydi, o saygıyla önünde eğilinen adamlar bir zamanlar ameleydi. Nasıl oluyor da birden büyüyorlar? Veya tam tersi? Hepsinin derinine baktığımda gözüme çarpan en büyük faktörün şans olduğunu görüyorum. Kaldı ki daha derinine indiğimde en büyük demeye bile lüzum kalmıyor, çünkü tek nedeni şans.
Uzun zamandır kendimi hırpalıyorum. İçinde bulunduğum durumdan kendi çabalarımla kurtulamıyorum. Tıpkı Sultan Baybars'ın, Cengiz Han'ın esir olduğu zaman kurtulamadığı gibi, tıpkı Hitler'in hapiste yatarken kurtulamadığı gibi, tıpkı Mussolini'nin İtalya'dan kaçmak zorunda kalıp, İsviçre'de bi parkta evsiz ve aç olarak uyuduğu zaman, o durumun içinden kurtulamadığı gibi ben de şu an bulunduğum durumun içinden kurtulamıyorum.
Bundan 4 yıl önce, Türkiye'nin sosyal medyadaki en yüksek erişimli sayfasını yönetiyordum. Etrafımda bir sürü insan vardı. Şimdi ise o popülaritemden ve o kitle gücümden çok uzakta, çok aşağıda bir yerdeyim. Derdim sadece bu olsa sadece keşke, daha neler neler var, sevgilimden sevdiğim işe kadar, sahip olduğum birçok şeyi kaybetmiş biriyim. Üstelik şimdi bir de bunları yeniden yapabilme imkanlarımı da kaybetmiş bjriyim. Başta özgürlüğümü kaybetmiş biriyim. Bi sene hapiste yattıktan sonra ve orda o kadar süredir inanılmaz zor zamanlar geçirmiş olmama rağmen, hapisten kaçtım ama hala o zor zamanlar bitmedi. Aylardır ülkeden gitmeye çabaladım olmadı. Ben çocukken babamın elinde milyonlar vardı, zaten kendisinin şu an öyle bi ekonomik durumu da yok, kendisiyle yıllardır da görüşmüyoruz, şimdiyse aylardır toplu olarak 10 bin lira bulamadığım için ülkeden çıkamadım. Sesimi alenen duyuramıyorum tekrar hapsedilmek istemiyorum diye. Bir göz odada, herkesten, her şeyden uzakta inanılmaz ağır bir yükün altında eziliyorum. İki ucu, hatta her tarafı boklu değnek bi durumun içindeyim. Parçalanmış bir ailenin tek çocuğu, hayatta kazanmaya yeltenmiș ama şimdi kaybeden safında yer alan biri olarak bundan sonra ne olacağını bilmiyorum. Hevesim, tutkum, ateşim, hırsım, hepsinin zayıfladığını görüyorum. Tembelliğin ve yılmışlığın pençesinde bir kaybeden olarak bekliyorum. Çünkü elim kolum bağlı. İçten içe bir gün kazanacağım umuduyla bekliyorum. Ama her şey olabilir. Her şey.
İşte hayat bu. Şu an bunu değiştiremiyorum. Şu an bunu değiştirecek gücüm yok. Elim kolum bağlanmış durumda. Deneyebileceğim nerdeyse her şeyi denedim, denemediklerim varsa da bu fıtratımın böyle oluşunun ve de o yöntemleri bilmiyor oluşumun şanssızlığı zaten. Bunları denemek zorunda oluşum da doğduğum ülkenin şanssızlığı, doğduğum ailenin şanssızlığı. Eğer buraya kendi kendimi sürüklediysem, bu benim karar mekanizmamı yaratan olguların, zihnimden bedenime kadar bu şekilde şekillenișinin şanssızlığı olurdu. Hepimiz bu faktörün sirkülasyonunda uçuşan cisimleriz.
Ama işte yukarda saydıklarım gibi, hayatın prime time'ları var, yani çıkış zamanları. The Rasmus'un patlayan ve zamanında dünyanın her yerinde çalınan şarkısında söyle bir söz geçiyor: "I've been waiting in the shadows for my time" yani "Gölgelerde zamanımın gelmesini bekliyordum" diyor.
İşte ben de gölgelerdeyim şimdi, zamanımın gelmesini bekliyorum. Beklemek çok ağır. Ruhumu yaralıyor. Beni eziyor. Aşağılıyor. Her gün ama her gün güçsüz olduğumu, çaresiz olduğumu, beklemekten başka hiçbir şey yapmama olanak olmayan bir durumda olduğumu hatırlatıyor.
26 yaşındayım ve kaybedenler safında yeterince yer aldım. Dileğim yaşamak ve kendimi gerçekleştirmek. Yeterince ölü olarak yaşadım. Biraz gerçekten yaşamak ve hayal ettiklerimi yapmak istiyorum.
Hepimizin vardır böyle dilekleri. Eğer siz de kaybedenler safındaysanız, size söyleyebileceğim tek bir şey var: İyi şanslar!
Ben Furkan Topal. Bana denk gelen isim bu. Varlığımı kasteden iki sözcük bu. İsmimi, bu yazımı çok beğendiğim için, birileri bir yerde paylaşırsa diye kibrimden ve bilinmek istediğimden yazıyorum.
submitted by aksakall to KGBTR [link] [comments]

Irondebik al kurandaki celiskiler

A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi?
Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Edebili Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Edebilir diyen diğer Ayetler: Zuhruf-86, Edemez diyen diğer ayetler: Enam-51, Bakara-123, Secde-4, İnfitar-19
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78. Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79. Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebili Bakara-62. Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 ) Gidemez/ Ali İmran-85. Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
4- Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kada Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Gökle yer kada Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163’e göre Muhammed. Araf-143’e göre Musa. Ali İmran-67’ye göre İbrahim.
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler)
Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
7- İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34’e göre melek, Kehf-50’ye göre ise cindir.
Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180’de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”
9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47. Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
10- Allah herşeyi bilir mi?
Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.
Enfal-65. Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.
Enfal-66. Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:
Ahzap-50. Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?
Ahzap-56. “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir.
Salat = Namaz, dua
Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.
13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?
Bakara-106. “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? ”
Hac-52. Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nahl-101. Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Rad-39. Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.
Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;
Fatır-43. “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. ”
Feth-23. “… Allah kanununda hicbir degişiklik bulamazsınız. ”
14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?
Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür. (Bakara/ 237-238-239)
Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.
15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?
Ali İmran-115. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Tevbe-17. Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?
16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!
Maide-101. Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
Maide-102. Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.
17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?
Şuara-195’te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği; Fussilet-44’te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı; Yusuf-12’de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58 ‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.
Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.
18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?
Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir. Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.
Bakara-142. İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır. Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.
19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5’i mi?
Enfal-1.’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken, Enfal-41’de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.
Enfal-1. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal-41. Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)
20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?
Bakara-285 ‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.
Bakara-285. Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.
Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)
21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?
Enam-92. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.
Kalem-52. Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
22- Cehennemde kapışma?!
Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.
23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)
Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.
24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?
Zuhruf-11’de de ilginç bir kurgu vardır: “O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”. Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim? Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
25- Allah mı şair? Muhammed mi?
79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?
26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?
Füssilet-47. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir. Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.
27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?
Sebe-40. O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek. 41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
28- Allah insan gibi yemin eder mi?
Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.
Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?
29- Allah küfreder mi?
Enam-108’de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;
Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.
30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:
Kehf-80. ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir? Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?
31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:
Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?
32- Allah’ın velisi var mı yok mu?
İsra-111. Ve de ki: “Övgü, allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt. Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?
İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.
Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?
Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?
34- Allah yardıma muhtaç mıdır?
İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )
Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
35- Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?
6 günde : (Araf-54) (Yunus-3) (Hud-7) (Furkan-59) 8 günde : (Füssilet/ 9-12)
36- Kölelik evrensel mi?
Nahl-75. Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Kur’an’daki ayetler evrensel ise; İnsanlar arasında ayrım, köleliğin kaldırılmamış olması yanlış değil midir? Bu durumda kölelik kıyamete kadar meşrulaştırılmış olmuyor mu?
37- Kur’an’da neden sadece İsrail’e gönderilen peygamberler var?

Kur’an’da bildirilen peygamberlerin neredeyse tamamının Yahudi olması, her kavme peygamber gönderildiği belirtilmesine rağmen başka milletlerden tek örneğin olmaması nasıl açıklanabilir? “
Neden peygamberler hep aynı soydan?
124.000 peygamber” bir hadis uydurması olsa bile, peygamberlerin İbrahim’in soyundan olduğu iddiası büyük bir çelişkidir. Demek ki İbrahim’in soyundan olmayanlara peygamberlik verilmemiştir. İngilizler, Fransızlar, Japonlar, Türkler, Ruslar, Kızılderililer, zenciler İbrahim soyundan olmadığına göre her millete peygamberlik verildiği iddiası doğru olamaz. Olsaydı, bir tanesinin bile izi olmaz mıydı? Halbuki tümü Ortadoğu’dan ve Sami kökenli. Demek ki hepsi Sami uydurması..
38- Musevilere “Yahudi” denmesi:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.
Kur’an’da Musevilerden Yahudi diye bahsediliyor. Halbuki o dönemde Yahudi olduğu halde Hristiyan olanlar çok. Madem ki “Hristiyan” yani “İsacı” diyor, “Musevi” yani “Musacı” da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateisti, dinsizi, Hristiyanı, müslümanı, Budisti vardır.
Ayrıca bir millete bir gıdanın yasaklanıp, diğer milletlere serbest bırakılmasının mantığı olabilir mi? Örneğin “Türklere balık yemeyi yasakladık” dense bu kabul edilebilir mi?
  1. İnananlar Muhammed’in kulu mu?
Zümer-10. Kul ya ıbadillezıne amenütteku rabbeküm lillezıne ahsenu fı hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hısab
Ayet, “De ki ey inanan kullarım” ile başlıyor.
De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’
Muhammed, inananlara “kullarım” diye sesleniyor. Bazı meal tahrifatçıları bu hatayı kamufle edebilmek için mealin başın “Bizim adımıza de ki” ya da “tarafımdan söyle” gibi ilaveler yapmışlar. Halbuki Arapçasında bunlar yok. Bazıları da “Kullarım” değil, “kullar” olarak çevirmiş.
Eğer Kur’an’ı Allah gönderseydi ayette Allah’ın “de ki” demeyip direk kendisinin söylemesi gerekirdi. Ya da “İnanan kullarıma de ki” şeklinde olmalıydı.
Aynı ifadeyi Zümer-53’de de görmekteyiz:
Zümer-53. De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
40- “Günah Çıkarma” Kur’an’da da var!
Tevbe-102. Onlardan (Münafıklardan) bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 103. Onların mallarından, onları günahlarından arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlara huzur verecektir. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
41- Meleklerden peygamber olur mu?
Muhammed’e inanmayanlar ” Elçi olarak bize bir melek gelmelsi gerekmez miydi” derler. Buna şu yanıt verilir:
İsra-95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz. Gelgelelim meğer öyle değilmiş. İsra-95’de melekten peygamber olamayacağı söylenirken; Bakın aşağıdaki ayette ne diyor:
Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.
42- Cehennemde sadece ne yenir? Zakkum mu? Darı dikeni mi? Yoksa kanlı irin mi?
Duhan/ 42-43-44. Doğrusu (cehennemde) günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Gasiye suresi 6. ayeti öyle demez.
Leyse lehüm ta’amün illa min dariy’ın.
Onlar için darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur.
Hakka-36. Ve lâ taâmun illâ min gıslîn
“Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.”
Zakkum ağacı ile darı dikeni çok farklı bitkiler olduğuna ve kanlı irinle de eş anlamlı olmadıklarına göre ayetler arasında çelişki mevcuttur.
  1. Dünya oyun ve eğlence yeri mi?
Duhan 38. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Enbiya 16. Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
Enam 32. Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?
Muhammed 36. Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
Duhan ve Enbiya suresinde dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmadığını söyleyen Allah, diğer iki surede tersine dünyanın oyun ve eğlence yeri olduğunu söylüyor. Bu, açıklanabilir bir çelişki değildir. Belli ki Muhammed’in zaman içinde fikri değişmiş ama daha önce ne yazdığını unutmuştur. Allah olsaydı, unutmaz ve böyle bir çelişkiye sebep olmazdı.
  1. Bebeğin sütten kesilme süresi kaça ay?
Lokman 14. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): «Bana, anana ve babana şükret» diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.
Ahkaf 15. Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
Parantez içinde belirtilenlerle hamilelik döneminin katıldığını kabul ettiğimizde toplamda 30 değil, 33 ay yapar. Hamilelik 9 ay + Emzirme 24 ay = 33 ay. —- Allah 3 ay eksik mi söylemiştir, yoksa Allah2ın sözlüğünde “yaklaşık” sözcüğü mü yoktur acaba?!
  1. Önce Yer mi düzenlendi yoksa Gök mü?
Fussilet ve Bakara suresindeki ayetlere göre önce yer sonra gök.
Fussilet (9-10). De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
Fussilet (11-12). Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk.İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
Bakara 29. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Gelgelelim Naziat suresinde durum tam tersidir:
Naziat (27-29). Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, onu yükseltip düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı.
Naziat (30-33). Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bundan daha büyük bir çelişki olur mu? Allah, göğü mü önce düzenlediğini, yoksa yeri mi önce düzenlediğini birbirine karıştırır, bir ayette yer, başka ayette gök der mi? Böyle bir karışıklığı bir tanrı değil, bir insan yapar ancak..
  1. Allah insanların inanmasını mı ister inanmamasını . mı?
İsra 45-46. Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da sadece Rabbinin birliğini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.
Meryem 83. Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
Bir insanın başlangıçta bir fikre, bir ideolojiye, bir dine inanmaması, ölene kadar inanmayacağı anlamına gelmez. Örneğin Muhammed’e de Mekke döneminde 300-400 kişi inanmış, diğerleri inanmamıştı. Ama 10 yıl sonra zorla ya da kendi isteğiyle onbinlerce insan inanmış oldu. Ömer bile ilk sıralar inanmamış hatta Muhammed’i öldürmeyi kafasına koymuştu. Halid Bin Velid Kureyşlilerin komutanıydı, Bedir ve Uhud Savaşlarında az müslüman öldürmemişti. Yani, en büyük düşmanlardan, Kur’an tabiriyle en büyük kafirlerden biriydi. Ama hudeybiye anlaşmasından sonra müslüman olmuştu. Ebu Süfyan, karısı ve hamza’nın ciğerini yiyen Hind, oğlu Muaviye, Hamza’yı öldüren ve ciğerini söken Vahşi ve daha bir yığın kafir, sonradan müslüman olmuşlardı. Ama ayetlere göre Allah, inanmayanların üzerine şeytanları gönderip kışkırtıyor ve onları daha fazla günaha, daha fazla kötülüğe zorluyor. Kur’an’ı anlamamaları için engeller koyuyor. Mantıklı olduğu söylenebilir mi?
B- KUR’AN’DAKİ BİLİMSEL ÇELİŞKİLER
1- Tarık Suresi 7. ayet:
(Bu su- meni) Bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkar.
Tıp, testislerden diyor.
2- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı?
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Âli İmran Suresi-133)
Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre, dünya da uzayda diğer gök cisimlerinden bir olduğuna göre “gök ile yer kadar” demek anlamsız bir ifadedir. Hatta bu ifadeden yerin altta, uzayın ise üstte algılandığı anlaşılmaktadır.
3- Dünyanın 4 günde, göklerin ise 2 günde yaratılmış olması: (Füssilet/11-12)
  1. De ki: “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir.
  2. Hem ona üstünden ağır baskılar (dağlar) yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir buyurdu.
  3. Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de: “isteye isteye geldik.” dediler.
  4. Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.
4- Yerin göklerden önce yaratılmış-düzenlenmiş olması: Füssilet/10-12
5- Miras dağıtımındaki avl yöntemi gerektiren matematik hatası. (Nisa/10-12)
https://panteidar.wordpress.com/2009/10/27/kuranda-matematik-hatasi/
6- Güneşin kara çamurlu bir suya batması.
Sonunda güneşin battığı (mağrib) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Garabe) buldu, yanında bir kavim gördü. (Kehf Suresi-86)
Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır.
7- Ortadoğuda yetişen Hurma, üzüm gibi meyvalardan bahsedilip batıda yetişenlerden hiç bahsedilmemesi.
Kur’an’da genelde tüm konular Ortadoğu’ya, Arabistan’a özgüdür. Örneğin yağmurdan, rüzgardan bahsedilir ama kardan, doludan, buzdan bahsedilmez. Hayvanlardan ve bitkilerden bahislerde de böyledir. Batıya özgü meyvalar hiç geçmez.
8- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip gösterilmesi.
Duygular, düşünceler, inançlar kalbin mi beynin mi fonksiyonları? Bakara/97-260-283, Kehf-28, Şuara-195
9- Ay’ın yarılması:
Kamer-1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
10- Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımın Allah’ın insanları korkutma ve cezalandırma aracı olduğu:
Rad/12-13. O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
11- Her canlının çift yaratıldığı:
Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Her canlı çift değildir. Bakteriler, virüsler bölünerek çoğalırlar.
12- Rahman-14. Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı:
Halbuki benzer bir hayvanın dna’sı üzerinde yapacağı değişiklikle insanı yaratması daha bilimsel olmaz mıydı?
13- Kısasa Kısas:
Bakara-178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir.
Kısas’ın çağdaş hukukta geçerliliği olabilir mi? Bu ayetle Kur’an’ın evrenselliğinden bahsedilebilir mi?
14- Denizin yarılması, ölünün diriltilmesi gibi bilim dışı sözde mucizeler.
15- Hayvanların 8 çift olması:
Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah’tır. Hükümranlık O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O’nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?
Sekiz çift hayvan az değil mi? Hangileri acaba? At, eşek, deve, koyun, keçi, öküz-inek, tavuk-horoz, hindi, ördek, tavşan, kuş, balık, kedi, köpek, balarısı… Aşağıdaki ayetlerde açıklanıyor hangileri olduğu:
Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…) Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (…)
16- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu:
Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları küçük sanılıyor. Hatta göktaşı ile karıştırılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın yüzlerce misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor. Sadece tek başına “yıldızların düşmesi” ifadesi bile yıldız’ın ne olduğunu bilenler için dinlerin uydurma olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. Çünkü Tevrat, incil ve Kur’an’da aynı büyük yanlışa düşülmüştür.
17- Savaşçı Melekler:
Al’i İmran/124-125. İnananlara: “Rabbinizin size gönderilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?” diyordun. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar de hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.
Savaşta müslümanlara melek ordusuyla destek veriliyormuş. Bugünlerde çok ihtiyaç var bu melek ordusuna ama Allah’tan tık yok, umursamıyor sanki.. Melek ordusu bilimdışı değil mi? Allah onun yerine müslümanları güçlü kılmış olsa daha doğru olmaz mı? 165. (Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor!” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.
Galip gelinen savaşta melekler var, mağlup olunanda neden yardımcı olmamışlar acaba? Galibiyet meleklerden, mağlubiyet insanların hatasından mı? 18- Ay’ın nur olduğu:
Yunus-5. O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.
Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor.
19- Bir gecenin bir ömre bedel olması:
Kadir-3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır!
Sadece bir gece, bin aydan yani yaklaşık bir ömürden nasıl daha hayırlı olabilir?
20- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği:
Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22’de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez.
21- Göğün, yıldızların yere düşmesi:
Bilindiği gibi, dünya evrende bir toz tanesi kadar küçük bir gök cismi ve güneşin bir uydusu. Ama Kur’an’a sanki dünya altta, bütün yıldızlar üstteymiş ve Allah tutmasa yere düşermiş şeklinde yansıtılmış. Bu da Kur’an yazarının bilimsiz şartlarda yetişen bir insan olduğunu gösteriyor.
Hac 65. Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
22- Dünyanın düz olduğu:
Kur’an’ın yer ve gök ayetlerindeki ifadelerinden yeri uçsuz bucaksız düz bir alan, göğü ise yerin üzerinde bir kubbe olarak düşündüğü net olarak anlaşılır. Örneğin “Cennetin genişliği göklerle yer kadardır” ifadesi, yerin bir gök cismi olmadığının sanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Sanki bir uçta yer diğer uçta 7. gök varmış gibi düşünülmektedir. Ayrıca Fussilet suresinde yerin ayrı göğün ayrı yaratıldığı ifadeleri de bunu göstermektedir.
Bundan çok daha net olarak Şems suresi 6. ayetinde düzlenmiş olan yere yemin edilir. Ancak bu ayet mealciler tarafından tahrif edilerek yayılıp döşenmiş olarak çevrilmiştir.
Şems 6. Vel ardı ve mâ tahâhâ. — Ve yere ve onu düzleyene.
taha düzlemek demektir, tahiv kökünden düzgün sözcüğünden gelir. Elmalılı tefsirinde belirtilmiştir. Haznevi tefsirinde de 6- Yer´e ve onu düzeltene, şeklinde çevrilmiştir.

C- KUR’AN İLE TEVRAT ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İbrahim’in babasının adı; Tevrat’a göre Tarah, Kur’an’a göre Azer.
2- İbrahim’in kurban etmek istediği oğlu; Tevrat’a göre İshak, Kur’an’a göre İsmail.
3- İsmail Tevrat’a göre peygamber değil, Kur’an’a gore peygamber.
4- Süleyman; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
5- Davud; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
6- Cennette Havva’yı aldatan Tevrat’ta yılan, Kur’an’da şeytan.
7- Tufan Tevrat’a göre tüm dünyaya, Kur’ana göre sadece Nuh’un kavmine.
8- Nuh’un gemisi; Tevrat’a göre Ararat dağına, Kur’an’a göre Cudi dağına.
9- Haman; Tevrat’ta Pers kralının yardımcısı, Kur’ana göre firavunun taş ustası.
10- Tanrının adı; Tevrat’ta YHWH, Kur’an’da Allah.
11- Tevrat’a göre insan, tanrının suretinde yaratılmıştır. Yani tanrı, insanın en mükemmel halidir. Ama Kur’an’a göre Allah’ın eşi-benzeri yoktur.
12- Putlara tapmadığı için ateşe atılan; Tevrat’ta 3 Yahudi, Kur’an’da İbrahim.
13- İmran; Tevrat’a göre Musa’nın babası, Kur’an’a göre İsa’nın dedesi.
14- Savaşa giderken, dizlerinin üzerine çökerek su içen askerlerin komutanı Tevrat’a göre Gideon, Kur’an’a göre Talut.
15- Deve eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helal.
Yahudiler Muhammed’e gelip; ” Sen İbrahim’in tevhid dinini getirdiğini söylüyorsun ama o senin gibi deve eti yemezdi, çünkü haramdı.” derler. Bunun üzerine gelen ayette şöyle der:
Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
Tevrat’ı okuduğumuzda devenin yasak edilmiş olduğunu görmekteyiz:
Levilile 11:4-24. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.
Bu durumda deve daha sonra temiz ve eti yenebilir hale evrimleştirilip mi helal kılınmıştır? Yoksa zaten temiz ve helaldi de Tevrat mı tahrif edilmiştir? Sebebi Kur’an’da belirtilir:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.
Dünya halklarından sadece Yahudilere konan bir yasakmış!!
D- KUR’AN İLE İNCİL ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İsa bebekken, İncil’e göre mucize göstermemiş, Kur’an’a göre göstermiştir. Konuşmuş ve peygamber olduğunu söylemiştir.
2- İsa, İncil’e göre çarmıha gerilmiştir. Kur’an’a göre çarmıha gerilen İsa değil, İsa’ya benzeyen başka biridir.
3- Kur’an’a göre İncil’de Ahmet’den bahseder, İncil’de Ahmet ismi geçmez.
4- Şeytan, İncil’e göre melek, Kur’an’a göre cindir.
5- Şeytan, İncil’e göre Tanrı ile aynı mertebeye ulaşmak istediği için, Kur’an’a göre ise Adem’e secde etmediği için lanetlenmiştir.
6- İncil’e göre iyilikler Tanrıdan kötülük şeytandan, Kur’an’a göre hayır da şer de Allah’tandır.
7- İncil’de bir aziz olarak geçen Yahya’nın babası Zekeriya, Kur’an’da peygamber olarak geçer. Buna karşın Tevrat’taki Zekeriya peygamberden hiç bahsedilmez. Yani Kur’an’da Meryem’ler karıştırıldığı gibi, Zekeriya’lar da karıştırılmıştır
submitted by karizma_huso to KGBTR [link] [comments]

Üst düzey kopya taktikleri

öncelikle kopya çekmeye dönemin ilk dersinden karar verilmelidir. asla bu yazılıya çalışamadım bari kopya çekeyim diye düşünmeyin. daha önce de söylediğim gibi kopya çekmeye karar verilecek an sene başıdır. bu size gözlem yapmak için gerekli zamanı verecektir. dilerseniz şimdi yapılması ve yapılmaması gereken şeylere kısaca göz atalım.
yapılması gerekenler
ilk derslerde öğretmeni gözleyin. sınıftaki hareketlerine dikkat edin dersin ne kadarında ayakta ne kadarında kürsüde oturduğuna göz atın. dersle ilgili gözükün. kopya çekmeye yeltenmeyecek bir öğrenci izlenimi yaratın. güneş alan bir sınıfta iseniz cam kenarını değilseniz lambaların altını tercih edin. unutmayın ki küçücük kağıtlardan küçücük yazılar okuyacaksınız. ışığınızı iyi ayarlayın. oturduğunuz sırayı ilk günden kirletin. üzerine resimler yazılar yazın. aralarda kopya yazabileceğiniz boşluklar bırakmayı unutmayın.
yapılmaması gerekenler
sınav sırasında her zaman oturduğunuz sırayı tercih edin. yerinizi değiştirmeyin. özellikle arka sıralardan kaçının. işini bilen bir öğretmen sınıfı kürsüden değil en arkadan gözleyecektir. bu durumda sizi onu göremezsiniz ama o sizi çok net görür. ideali önlerden ortaya yakın bir sıradır. asla yanınızdakine güvenmeyin. sıra arkadaşınız boynunda çanla gezen ve geviş getiren biri dahi olsa siz sadece kendinize güvenin. aşırılıktan uzak durun. hangi öğretmene hangi yöntemi kullanacağınızı önceden belirleyin. siz akıl almaz yöntemler denerken önünüzdeki öğrencinin kucağında kitap çatır çatır kopya çektiğini görürseniz üzülürsünüz.
şimdi birkaç taktik üzerinde duralım.
Bireysel yöntemler
selpak yöntemi
türü: bireysel zorluk derecesi: kolay risk faktörü: düşük kullanım alanı: hemen hemen her ders
yazılıdan önceki ders hasta taklidi yapın. gerekirse vitamin hapı öksürük şurubu falan getirip öğretmenin gözü önünde için. kopyayı selpak mendilinizin içine tükenmez kalemle yazın. dolma kalem ya da benzeri likit mürekkepli kalemler kullanmayın, yazı dağılır. hazırladığınız mendilleri sınıflandırıp farklı ceplerinize yerleştirin. sınav sırasında burnunuzu silecek gibi yapıp çaktırmadan yazdıklarınızı okuyun. asla mendile çok uzun süre bakmayın. unutmayın ki kimse kendisinin bile olsa bir sümüğü yarım dakika izlemez. öğretmenin şüphelendiği durumlarda mendili gerçekten kullanın ve kopyayı imha edin. inanın öğretmen emin bile olsa mendilinizi incelemeyecektir. yazılı kağıdını verirken burnunuzda istanbulun fethi 1453 yazmasını istemiyorsanız asla mürekkepli kısmı yüzünüze deydirmeyin.
akordeon yöntemi
türü: bireysel zorluk derecesi: orta risk faktörü: orta kullanım alanı: her ders
sınıfın en uzun saçlı (tercihen sarışın) kızını bulup iki-üç tel saçını alın. kopya kağıdını saç telinin boyuna yakın gelecek uzunlukta bir şerit şeklinde hazırlayın. kopyayı yazdıktan sonra şeridi 3 parmak boyunda katlar oluşturacak şekilde katlayın. oluşturduğunuz akordeon biçimindeki kağıdı tam ortasından iğne ile delin. saç tellerini bu deliklerden geçirin. kağıdınızın ve saç tellerinin ucunu sıranızın altına, saç tellerinin diğer ucunu oturduğunuz yere yapıştırın. tehlike anında kağıdı sıranın altındaki yapıştırdığınız yere doğru itin. kağıt daha önceden katladığınız yerlerden katlanacak ve tamamen yok olacaktır. öğretmen gittikten sonra tekrar kağıdı ucundan yavaşça çekerek açın. burada iplik yerine saç teli kullanmadaki amaç sarı saç tellerinin çok daha zor görülmesidir.
silgi yöntemi
türü: bireysel ama paylaşıma açık zorluk derecesi: orta risk faktörü: düşük kullanım alanı: tüm dersler
silginizi çevresindeki kartonla beraber yanlamasına kesip ikiye ayırın (kartonun bir yanını kesmeyin ki iki parçayı sabitlesin) daha sonra bu iki parça silgiyi içine koyacağınız kağıdın kalınlığı kadar inceltin. parçaları bir yanını kestiğiniz kartonun içine yapıştırın. içine koyacağınız kağıdı yelpaze şeklinde katlayın ve uç parçalarını silginin içine yapıştırın. elinizde arasında kopya olan ama dışarıdan bakıldığında sadece silgi olan bir araç var artık. bunun faydası size sıranın içinden değil üstünden çalışma fırsatı vermesidir. ayrıca basit bir silgi alışverişi şeklinde bu kopyayı başkalarıyla da paylaşabilirsiniz.
aman da office ne güzel bir şey yöntemi.
türü: bireysel ama paylaşıma açık zorluk derecesi: basit risk faktörü: düşük kullanım alanı: tüm dersler
sınava girmeden bir süre önce office açılır, dersle ilgili bilgiler font size 2 ile yazılır, tercihan times new roman gibi okunabilitesi yüksek bir font seçilir. print edilir. sınav sabahı kırtasiyeden uzunca silgilerden alınır, hani şu pelikan a20 falan öyle bir şeyler var ya onlardan. print ettiğimiz kağıdı bant yardımıyla silginin etrafına yapıştırırız. kopyamız silginin kendi kabı gibi gözükür, yazılar da gayet okunabilir bir şekildedir. böylece ne öğretmen ne asistan kuşkulanır. sınav ortasında sınıfın öbür tarafındakiyle şöyle bir diyaloga girebilirsiniz.
kimse de bir şey demez, arada kendini kanıtlamaya çalışan asistanlar çıkıp "silgisi olmayan sınava girmesin" tarzı geyiklere girebilirler, siz işinize bakın.
afiyet olsun.
Kitlesel yöntemler çoktan seçmeli sınavlarda en şahanesi budur. birbirinin devamı iki yatılı okulda geçen 8 yılın son 6 yılında çok başarılı bir biçimde uygulanmış, süper sonuçlar alınmıştır. diyelim ki soru şudur:
soru 1. aşağıdaki osmanlı sultanlarından hangisi aynı zamanda halife ünvanına da sahip değildir?
a) birinci süleyman b) birinci selim c) ikinci mehmet d) ikinci selim e) birinci mustafa
hangisi? noldu? bilemediniz mi? cevap c seneneği ikinci mehmet'tir. işte bu gibi durumlar için sınav öncesi ders konularını biz aramızda 10 cankuş paylaşırdık, 8 yıl beraber olmanın verdiği avantajla konunun inceliğini bildiğimizden önceden anlaştığımız gibi sınav başladıktan hemen sonra grup bireysel bazda eyleme başlardı; gruptan herhangi biri sınav gözlemcisine soru soruyorum ayağına doğru seçeneğe gönderme yapardı, buyrun;
-hocam bir sorum olacaktı... + evet?
bu "hocam ben anlamadım tribiyle" çok ekmek yedik biz. sınav esnasında asıl ders hocası tüm anfileri dolaştığından vakti olursa o da ancak sınav sonuna doğru bir beş dakka sorusu olan var mı ayağına uğrardı ki, hey hey biz zaten çoktan sınavdan çıkmış olurduk. bu yöntemle 100 üzerinden 80'den düşük not aldığımı hatırlamıyorum.
türü: kitlesel zorluk derecesi: oldukça kolay risk faktörü: en çoğundan "şüphelenme" kullanım alanı: testler gerekli malzemeler: bir sınıf bir de test sinavi
uygulamasi: testli sınavlarda oldukça kolay ve risksiz uygulanabilen bu yönteme göre, sınav öncesi sınıfta bir kodlama sistemi geliştirilir, ve her şıkka bir "ifade" yerleştirilerek sınıftaki insanlara öğretilir.
a) çok kolay b) kolay c) zor d) çok zor e) müthiş zor
sınav sırasında öğrenciler "hocam 18. soruyu anlayamadim bir bakar misiniz" diye hocaya seslendiklerinde o soruyu yapan ve emin olan kişi cevap a ise "aaa nesini yapamadin, çok kolay bu" , d ise "ben de kavrayamadim, çok zor gibi gözüküyor" diye söyleyecek, böylelikle cevaplar iletilmiş olacaktir. önceden de derslerde bu tür yorumlar yapiliyorsa hoca normal algılar ve sorun çıkarmaz. eğer derslerde konuşturmayan bir hoca ise bile, kendisine yöneltilen sorudan dolayi birkaç saniye dikkatini farklı yere yoğunlaştırmış olacak ve muhtemelen sizi duymayacaktir bile. işin suyunun çıkartılmaması için fazla yapılmaması gerekse de 30 soruluk testlerde 29 soruyu bu yöntemle sorunsuz çözdüğümüz olmuştur.
önemli not: henüz psikopat hocalarda denenmemiştir.
kaos yöntemi
türü: kitlesel zorluk derecesi: zor risk faktörü: nispeten yüksek kullanım alanı: testler coğrafya gibi kısa cevaplı sorular ve özellikle habersiz yazılılar.
ustalık gerektiren bir yöntemdir. amaç sınıf içinde karışıklık yaratıp öğretmenin dikkatini dağıtmaktır. şimdiye kadar en kesin başarı ani rahatsızlanma yöntemiyle sağlanmıştır. kusma, burun kanaması gibi bir mizansen yaratılır. kendini sınıfın başarısı adına feda edecek kişi ani bir hareketle ayağı fırlar, kusmak üzere olduğunu ya da burnunun kanadığını iddia eder. burun kanaması bir ön hazırlık gerektirir. önceden dezenfekte ettiğiniz bir toplu iğneyi iyice sıktığınız işaret parmağına hafifçe batırıp kanı avucunuza iyice yayın. kanın baş ve işaret parmağı arasındaki boşlukta iyice görünür halde olmasına özen gösterin. birden yerinizden fırlayıp dikkati üzerinize çekin. öğretmene lavaboya gitmeniz gerektiğini paniğe kapılmış bir halde ama oldukça yavaş bir şekilde anlatın. bu sırada birkaç arkadaşınız "aa nooldu vah vah" gibi sesler çıkarmalı ve sınıfta bir uğultu oluşturmalıdır.hiçbir öğretmen kan kaybından ölmenize razı olmayacaktır. siz şovunuzu tamamladığınızda tüm arkadaşlarınız sözlü bir biçimde kopya alış verişini tamamlamış olacaktır.
90li yillarin sonunda kara harp okulu nda kullanilan oksuruklu saat yontemi filmlere konu olacak duzeydedir ve uzun sure kullanilmasina ragmen cozulememi$tir. bu kopya yonteminin cozulmesinden sonra kara harp okulunda her hangi bir saat ile sinava girmek yasaklanmi$tir. bu metodu kullanip geli$tiren ki$iden dinledigim kadariyla aktarayim.
oksuruklu saat yontemi
turu: grup halinde (sinava girenlerin tumu) zorluk derecesi: cok kolay risk faktoru: cok du$uk kullanım alani: tüm testler (sayisal veya sozel)
sinava girmeden once herkes saatlerini ayni olacak $ekilde saniyesi saniyesine kadar ayarlar.
bu kopya metodunda ortak bir siralama kurali $arttir. ornek olarak; sayisal bir sinavda sorular $iklarinin en kucuk degerlerine gore siralanir, sozelde ise $iklarin alfabetik siralamasi goz onunde bulundurulur. siralamanin herkes tarafindan ayni $ekilde yapilmasi gerekmektedir. bu i$in ba$langic kismidir.
siralama bittikten sonra o derste iyi olanlar sorulari hizli hizli cozerler. sorularin cozulmesi bittikten sonra kararla$tirilan an beklenir.
kararla$tirilan an gelince sorulari cozen ki$i veya ki$iler belli zaman araliklarinda oksurmeye ba$larlar. $oyle ornek verebiliriz; dort $iktan olu$an testte her soru icin 20 saniye ayrilir, herkesin bekledigi andan itibaren saatler takip edilir ve be$er saniyelik zaman dilimlerinin kacincisinda oksurulmu$se cevap o $ik olur. be$inci ve onuncu saniye arasinda oksurulmu$se cevap "b" $ikkidir. bu yontemle tum cevaplar yakla$ik 100 ki$inin oldugu sinav salonunda okunur.
siralama dogru yapilmi$sa ve takip iyiyse i$lem tamamlanmi$ demektir. bu yontem uygulanirken istenmeyen tek durum hasta olan bir ba$ka ki$inin kendini tutamayarak oksurmesi veya hap$irmasidir.
bu yontem uzun sure ba$arili bir $ekilde kazasiz uygulanmi$tir. ogrencilerin bir $eyler yaptigindan $uphelenen ogretmenlerin tum cabalari ise bo$a cikmi$tir. hatta bir sinav esnasinda gozlemci subay isyan edercesine "siz bir $eyler yapiyorsunuz ama anlayamiyorum" $eklinde bagirmi$tir.
yontemi anlayamayan ogretmenler grup sayisini artirarak onlem almaya cali$mi$lardir. ba$langicta a ve b gruplariyla sinava giren ogrencilerin kar$isina artik a,b,c,d,e ve f gruplari cikmi$tir. fakat sorulan sorularin neticede ayni olmasi sebebiyle, bu onlem metodun uygulanmasi acisindan i$e yaramami$tir ve kopya yontemi tikir tikir i$lemeye devam etmi$tir.
en sonunda okuldan atilmakla kar$i kar$iya kalan ogrencinin olayi aciklamak zorunda kalmasiyla yontem aciga cikmis ve her turlu saatin sinavlarda kullanilmasi yasaklanmi$tir. muhtemelen bu yasak hala devam ediyordur.
edit: devam ediyormu$...
board marker* taktiği.
türü: kitlesel zorluk derecesi: kolay risk faktörü: düşük kullanım alanı: formül ya da kısa tanım, ezber gerektiren tüm dersler.
en güvenli kitlesel kopya çekme yöntemidir. kopyayı sınıfın duvarını süsleyen türk bayrağı, atatürk'ün gençliğe hitabesi, istiklal marşı, atatürk resmi gibi tabelaların cam yüzeylerine oturduğunuz yerden rahatça okuyabileceğiniz büyüklükte yazın. bu tip ispirtolu kalemlerin ışığı yansıtmama gibi hoş bir özelliği vardır. uygun açıdan bakıldığında sınıfın en arkasından bile rahatça okunabilir. kürsüden kalkmayan öğretmen tipine karşı idealdir.
submitted by ateisthristiyan to kopyamakarna [link] [comments]

Kitleleri Yönetenler, Kalabalıkların Önderleri ve İnandırma Yöntemleri – Gustave Le Bon

Kitleleri Yönetenler, Kalabalıkların Önderleri ve İnandırma Yöntemleri – Gustave Le Bon
https://preview.redd.it/05odul3ybwd61.jpg?width=135&format=pjpg&auto=webp&s=11446cc6e5c33b6e04b9268269b88370352f92bd
En yükseğinden en aşağısına kadar her sosyal çevrede insan artık toplum içine girdiği andan itibaren derhal bir önderlik yasalarının hükmü altına girer. Bireylerin çoğu, özellikle halk tabakalarına mensup olanlar, kendi uzman oldukları alan dışında açık düşünülmüş bir fikre, bir değerlendirmeye sahip olmadıklarından, kendi kendilerini yönetmekten acizdirler, önder onlara rehberlik eder. Okuyucuları için düşünce üreterek onları düşünmek zahmetinden kurtaran, hazır formüllerle dolu basın da gerektiğinde önderlerin yerine geçebilir, fakat bu yetersizdir.
Kitleler her zaman, bireyler çoğu defa hazır fikirlere muhtaçtırlar
  1. Kitlelerin önderleri — Kitle halinde bulunan bütün varlıkların bir öndere olan güdüsel ihtiyacı — Önderlerin psikolojisi — Yalnız onlar imanı yaratabilirler ve kitleleri örgütler — Önderlerin zorunlu yetenekleri — Önderlerin sınıflandırılması — İradenin rolü — 2. Önderlerin hareket araçları — Onay tekrar, yayılma— Bu çeşitli faktörlerden her birinin rolleri —Yayılmanın bir toplumun alt tabakalarından üst tabakalarına kadar çıkması — Halk tabakalarına ait bir fikir çok sürmeden genel olur — 3. Nüfuz (prestige) — Nüfuzun tarif — Şahsi ve sonradan kazanılmış nüfuz — Çeşitli örnekler. — Nüfuz nasıl yok olur.]
Kalabalıkların düşünce yapılan artık bilinmektedir. Onların ruhu üzerinde hangi faktörlerin etkili olduğunu da biliyoruz. Şimdi bunların nasıl uygulanacağını ve kimler tarafından faydalı şekilde eylem sahasına konulabileceğini tetkik edeceğiz.
1 Kalabalıkların Önderleri
Canlı varlıklardan birkaçı bir araya gelir gelmez, bunlar ister hayvan ister insan kalabalığı, olsun, içgüdüsel olarak bir reisin, yani bir önderin emri altına girerler. İnsan topluluklarında önderlerin büyük bir rolü vardır. Onun iradesi, fikirlerin gerçekleştiği bir kaynak olur. Kitle, çobanına sadık bir sürüdür.
Önder, başlangıçta, sonradan havarisi olacağı fikir tarafından hipnotize edilmiş bir kimsedir. Fikir onu o derece sarmıştır ki, onun dışında her şey silinir ve onun karşısında yer alan her hangi bir düşünce kesin olarak kötü ve şeytanca görünür. Kuruntulu fikirleriyle teşhir edilmiş olan ve bunları yaymak için engizisyon usullerini uygulayan Robes Pierre gibi, önderler çoğunlukla fikir adamı değil aksiyon adamıdırlar. Onlar yarı aydın insanlardır. Aydın olmak insanları genellikle tereddütlü davranışlara ve hareketsizliğe sevk ettiğinden, tam olarak aydın olamazlar. Önderler, özellikle nevrotik olanlar, yaradılış olarak heyecanlı olanlar, deliliğin sınırında yaşayanlar arasından çıkarlar. Savundukları fikir ve amaçlan ne kadar kötü olursa olsun, onların kanaatlerine karşı her uygulama ve her değerlendirme hükümsüz kalır.
Hakaret ve saldın onları daha çok harekete ve heyecana getirmekten başka bir işe yaramaz Kişisel çıkarlar, aile, hepsi feda edilmiştir. Nefsi koruma güdüsü bile onlarda kaybolmuştur, o kadar ki, istedikleri tek ödül çoğu defa şehid olmaktır. İmanın şiddeti sözlerine büyük bir etkileme gücü verir. Halk iradi olarak güçlü insanı diler ve onun peşinden gider. Kitle halinde bulunan bireyler bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradesi sağlam olana içgüdüsel olarak dönerler.
Kavimlerin önderleri hiç bir zaman eksik olmamıştır, fakat bunların hepsi bir havari olacak derecede kuvvetli kanaatlere sahip değildir. Çoğu defa bunlar yalnız şahsi çıkarlarının peşinde sıradan iç güdüleri okşayarak karşısındakileri kandırmaya çalışan kurnaz konuşmacılardır. Bu gibilerin kitle üzerindeki tesirleri her zaman çabuk geçer. Pierre L’Ermite’ler, Lutherler, Savonarole’ler, büyük ihtilalciler gibi kitlelerin ruhunu coşturan büyük yalancılar, önce bizzat kendileri bir inanca kuvvetle bağlanmadıkça, kitleyi büyülemeye başarılı olamamışlardır. Bu gibi kimseler o zaman, insanı hülyasının mutlak esiri kılan ve iman denen o müthiş kudreti ruhlarda yaratabilirler.
İman yaratmak, gerek dini gerek siyasi, gerek toplumsal iman yaratmak, gerek büyük bir işe veya bir şahsa, bir fikre iman yaratmak.. Büyük önderlerin rolü özellikle budur. İman daima, insanın eli altında bulunan kuvvetlerin en büyüklerinden biri olmuştur. İncil haklı olarak, imanın, dağları yerlerinden oynatmak kuvvetinde olduğunu söyler. Bir insana iman aşılamak onun kuvvetini on misline çıkarmak demektir. Tarihin büyük olayları çoğu defa imanlarından başka dayanakları olmayan meçhul müminler tarafından aksiyon sahasına çıkarılmıştır. Dünyayı idare eden dinler ve yer küremizin bir yarısından öteki yarısına kadar genişleyen imparatorluklar, ne edipler, ne filozoflar, ne de özellikle kuşkucu düşünürler (sceptique) tarafından kurulmuştur.
Fakat bu gibi örnekler büyük önderlere aittir. Bunlar tarihin sayılarını kolayca belirlemeyeceği kadar azdır. Ender bulunurlar. Bunlar güçlü insan sarraflarından başlayarak, dumanla boğulmuş bir kahvehanede, Anlamını kendisinin de anlamadığı; fakat uygulamaya geçtiğinde bütün arzuları yerine getireceğinden kesin şekilde emin bulunduğu sloganları aralıksız tekrar ederek arkadaşlarını büyüleyen işçiye kadar inen, devamlı bir serinin zirvesini teşkil ederler.
En yükseğinden en aşağısına kadar her sosyal çevrede insan artık toplum içine girdiği andan itibaren derhal bir önderlik yasalarının hükmü altına girer. Bireylerin çoğu, özellikle halk tabakalarına mensup olanlar, kendi uzman oldukları alan dışında açık düşünülmüş bir fikre, bir değerlendirmeye sahip olmadıklarından, kendi kendilerini yönetmekten acizdirler, önder onlara rehberlik eder. Okuyucuları için düşünce üreterek onları düşünmek zahmetinden kurtaran, hazır formüllerle dolu basın da gerektiğinde önderlerin yerine geçebilir, fakat bu yetersizdir.
Önderin hüküm ve nüfuzu çok baskıcıdır. Ve bu baskı oranında kendisini dinletmeyi başarır. En kavgacı işçi tabakalarında, nüfuzlarını kuvvetlendirmek için, hiçbir araca sahip olmadıkları halde, önderlerin kendilerine kolaylıkla itaat ettirdikleri görülmüştür. Çalışma saatlerini ve ücretlerini tespit ederler, grevlere karar verirler, belirlenen saatte grevi başlatırlar ve son verdirirler.
Hükümet kendisi hakkında tartışma edilmesini uygun gördüğü oranda, bu önderler yavaş yavaş hükümet yerine geçmeğe doğru ilerlemektedirler. Bunlar yetenekleri sayesinde, hiç bir hükümetin elde edememiş olduğu derecede kitlelerden itaat görürler. Herhangi bir sebeple önder ortadan kalkar ve yerine hemen bir başkası geçmezse kitle dağınık ve dayanma olanağı kalmayan bir kalabalık durumuna düşer. Paris otoibüs memurlarının bir grevi esnasında iki elebaşının tevkif edilmesi grevin derhal sona ermesini sağladı. Kitlenin ruhuna daima hakim olan hürriyet ihtiyacı değil, esirlik ihtiyacıdır, itaate susamış olmaları, kendilerinin lideri olduğunu söyleyen kimsenin ardından gitmek şeklinde onları bağlar. Önder sınıflarında oldukça kesin bir sınıflama yapılabilir. Bunların bazıları hareketli, enerjik, sağlam iradelidir, fakat bu kuvvetleri geçicidir. Sayılan çok daha az olan diğer bazıları da hem kuvvetli, hem devamlı bir iradeye sahiptirler. Birinciler cesur, mert, şiddetli görünürler. Bunlar özellikle indirilecek darbeyi idare etmek, tehlikeye rağmen kitleleri sürüklemek ve bir gün önceki kura neferlerini kahramanlar durumuna getirmek için faydalıdırlar. Örneğin, imparatorluk zamanında Ney ve Murat gibi. Zamanımızda disiplin altında bir ordu tarafından müdafaa edilen eski Napoli krallığını bir avuç adamla almayı başaran zekasız fakat eneıjik, maceraperest Garibaldi bu sınıf önderlerdendir. Bununla beraber bu gibi önderlerin enerji ileri kudretli ise de geçicidir; onu doğuran heyecandan daha fazla yaşamaz. Günlük hayata tekrar dönünce o heyecan ile parlayan önderler, biraz önce bahsetmiş olduklarım gibi, hayret edilecek derecede bir acz içine düşerler. Başkalarını çok iyi sevk ve idare ettikten sonra, en basit hallerde düşünmekten ve kendilerini idareden aciz görünürler. Bu önderler ancak kendileri de sevk ve idare edilmek ve devamlı olarak tahrik olunmak ve kendilerinden üstün bir adamı veya fikri hissetmek, iyice çizilmiş bir hareket tarzını takip etmek şartiyle görevlerini yapabilirler.
Önderlerin ikinci sınıfı, yani devamlı bir iradeye sahip olanlar, daha az parlak görünüşlerine rağmen çok daha önemli, çok daha tesirli hareket eden örneklerdir.
Bu önderler arasında hakiki bir din veya büyük eserler vücuda getirenler vardır. Saint Paûl, Muhammed, Christophe Colomb, Lesseps gibi. Zeki veya dar fikirli olmalarının, önemi yoktur. Dünya daima bunların olacaktır. Bunların sahip oldukları çok dayanıklı ve güçlü irade, her şeyi kendisine boyun eğdiren son derece nadir ve kudretli bir karakteristik özelliktir. Kuvvetli ve devamlı bir iradenin neler yapabileceğine çoğu defa yeter derecede önem verilmez. Ona hiç bir şey karşı gelemez, ne doğa, ne ilahlar, ne de insanlar.
Bize en yeni örneği, iki dünyayı birbirinden ayıran ve üç bin seneden beri nice büyük hükümdarların gerçekleştiremediği teşebbüsleri başarı ile sona erdiren, bir mühendis vermiştir. Aynı mühendis sonra aynı şekilde bir başka girişimde daha bulundu. Ancak, bunda başarılı olamadı, çünkü ihtiyarlamıştı, ihtiyarlığın önünde herşey, irade bile söner…
İradenin kuvvetini göstermek için Süveyş Kanalının, açılmasında yenilen zorlukların tarihini bilmek gerekir. Burada neler olup bittiğini gözleriyle gören bir şahit, doktor Cazalis, bu çok büyük eserin sentezini, onun ölmez yaratıcısının ağzından bir kaç satırla şöyle özetlemiştir:
“Ve her gün, durak durak, bölüm bölüm kanalın destanını anlatıyordu. Yenmeğe mecbur olduğu her şeyi, mümkün kıldığı imkansızlıkları, bütün karşı koymaları, aleyhine yapılan anlaşmaları, uğradığı kederleri, felaketleri, hezimetleri anlatıyor; fakat bunların kendisini asla cesaretten düşürmemiş, bıkkınlığa uğratmamış olduğunu hikaye ediyordu. İngilterenin aralıksız bir halde kendisiyle uğraştığını, Mısır ve Fransa’nın kararsız olduğunu, Fransa konsolosunun ise başlangıçta, herkesten fazla muhalif bulunduğunu hatırlatıyordu. İşçilere tatlı su verilmesinin engellendiğini, işçileri susuzlukla tehdit ederek kendisine nasıl karşı konulduğunu, Deniz Bakanının ve bütün ciddi adamların, Bilim insanlarının düşman kesilmiş olduklarını ve hepsinin Bilimsel olarak bu işin felaketle neticeleneceğine emin olarak, felaketin gün ve saatini adeta ay tutulmasının saat ve dakikasını tayin eder gibi, hesap ederek kendisine haber verdiklerini anlatıyordu.”
Bütün bu büyük önderlerin hayatlarını hikaye edecek kitapta çok az isim bulunur. Fakat bu isimler medeniyetin ve tarihin en önemli olaylarının başında bulunmuşlardır.
2 Önderlerin Eylemleri ve Uygulama Araçları: İddia Tekrar ve Yayılma
Bir an için bir kalabalığı bir şeye doğru sürüklemek, bir sarayı yağmalamak, bir barikatı savunmak için canlarını feda ettirecek hareketlere karar verdirmek gerektiği zaman, kitlenin çabuk ve ani telkinler yapılarak etkilenmesi elzemdir. En kuvvetli, en enerjik etki, örnek olmak, örnek oluşturmaktır. Bunun için de kalabalığın bazı olgularla önceden hazırlanmış olması ve onu sürüklemek isteyenin, daha aşağıda nüfuz diyebileceğimiz meziyete sahip olması gereklidir.
Kitlelerin ruhuna bazı fikir ve inançları Örneğin toplumsal kuramları yavaş yavaş sindirmek bahis konusu olduğu zaman, önderler tarafından çeşitli yöntemler kullanılır. Onlar başlıca şu üç yönteme baş vururlar: iddia, tekrar, yayılma. Bu telkinlerin etkisi oldukça ağır, fakat devamlı olur.
Her türlü değerlendirmeden, her tür ispattan uzak, saf ve sade iddia… Kitlelerin ruhuna bir fikri yerleştirmek için en güvenilir araçtır, iddia ne kadar açık ve deliller ne kadar sade ve ispattan uzak olursa, hüküm o oranda etkili ve büyük olur. Bütün çağların din kitapları ye kanunları daima böyle sade iddialar ortaya koymuşlardır. Her hangi bir siyasi davayı savunmaya davet edilen devlet adamları ve ürünlerini ilanlarla her tarafa dağıtan sanayiciler iddianın değerini iyi bilirler.
Bununla beraber iddianın gerçekten tesirli olabilmesi için mümkün olduğu kadar aynı kelimelerle tekrar edilmesi şarttır. Napolyon, “biricik ciddi söz sanatı tekrardır” demiştir, iddia olunan şey tekrar edilmek suretiyle nihayet ispat edilmiş bir hakikat gibi kabul olunacak derecede beyinlere yerleşir.
En yetgin ruhlar üzerinde dahi tesir ettiği görülünce, tekrarın kitleler üzerindeki etkisi daha iyi anlaşılır. Şurası bir gerçektir ki, tekrar edilen şey nihayet eylemlerimizin harekete yönelticilerinin hazırlandığı bilinçaltının derin tabakalarına kadar iner, yerleşir. Birkaç zaman sonra tekrar edilen iddianın kimin tarafından ortaya atıldığını unutarak o tekrar olunan sözlere inanırız. İlanın hayret verici etkisi ancak böyle açıklanabilir. En iyi çikolatanın X marka olduğunu yüzlerce defa okuduğumuz zaman, bunun birçok defa söylendiğini düşünür ve nihayet okuduklarımızın bir gerçek olduğuna kanaat getiririz. Y markalı tozun en büyük kimselerin hastalıklarına iyi geldiği yolundaki binlerce şahidin onaylamasına bakarak, biz de aynı hastalığa tutulduğumuz zaman Y markalı tozu denemeye kalkarız. Aynı gazetede filan adamın tam bir alçak ve falan adamın çok namuslu bir kimse olduğunu okuya okuya nihayet bunların bu nitelikleri gerçekten taşıdıklarına kanaat getiririz, şu şartla ki, bu iki sıfatı bu adamlar için tersine kullanan, o gazeteye muhalif olan başka bir gazeteyi sık sık okumayalım. İddia ve tekrar hayatta mücadele edebilmek için en kuvvetli vasıtalardır.
Bütün tahvilleri satın alan bazı mali işletmelerde olduğu gibi, tekrar tekrar aynı tarzda ortaya atılan iddialar, fikir cereyanı dediğimiz şeyi meydana getirir ve o zaman sirayetin kudretli mekanizması işe karışır. Fikirler, hisler, heyecanlar, inançlar kitleler üzerinde, mikropların sirayeti kadar kudretli tesirlere sahiptiler. Bu hadise bir sürü halinde bulundukları zaman hayvanlarda da görülebilir. Bir atın aynı hareketleri sık sık yapması, ahırda bulunan diğer atlara da sirayet eder, onlar da bu hareketi yapmıya başlarlar. Bir veya birkaç koyunun bir şeyden ürkmesi derhal öteki koyun lan da ürkütür. Heyecanların sirayeti, paniklerin sebepsiz vukuunu izah eder. Delilik gibi daimi bozukluklar bile sirayet yoluyle yayılır. Akıl hastalıkları mütehassıslarında Bilinç bozukluklarının çok görüldüğü malûmdur. Örneğin agoraphobie (meydan korkusu) denen genişliklerden korkma hastalığının insanlardan hayvanlara geçtiği de söylenmektedir.
Yayılma, bireylerin aynı yerde toplu bir halde bulunması şartını daima taşımaz; aynı istikamete yönelerek kitlelere özgü karakteristikler veren olayların etkisi altında, özellikle yukarıda bahsettiğim gibi ruhlar uzak faktörlerle hazırlanmış oldukları zaman, birbirinden ayrı yerlerde bulunan kimseler arasında da gerçekleşir. Örneğin 1848 ihtilali Paris’ten başlayarak birden bire Avrupa’nın büyük bir kısmına yayıldı ve birçok monarşileri de sarstı.
Birçok toplumsal olaylar üzerinde etkisi olduğu söylenen taklit, gerçekte bulaşmanın eserinden başka bir şey değildir. Taklidin rolünü başka bir yerde göstermiş, çok zaman önce söylemiş olduğumdan, bu konuya uzun zamandan beri zaman ayıran yazarların sözlerini buraya almakla yetineceğim:
“Hayvanlar gibi insanlar da yaradılıştan taklitçidir. Taklit, insan için bir ihtiyaçtır, yeterki, taklit kolay olsun, Örneğin modanın yayılması bu ihtiyaçtandır. İster fikirler, ister ebedi eserler, yahut sadece kostümler söz konusu olsun, modanın hüküm ve etkisi dışında kalmayı başaran kaç kişi vardır? Kitleler delil ve ispatlarla değil, modellerle sevk olunurlar. Her devirde sayılan az olan bazı kişilikler, eylemlerinin izlerini bırakır ve onları şuursuz kitleler taklit ederler. Bu kişiliklerin önceden kabul görmüş fikirlerden çok de ayrılmamaları gerekir, çünkü o zaman bunları taklit etmek güç ve tesirleri sıfır olur. İşte asıl bu sebeple, devirlerinin, üstünde bulunan insanları, kendi devirleri üzerinde genellikle hiç bir tesirleri yoktur. Aradaki fark fazla büyüktür. Yine bu sebeple, Avrupalılar, medeniyetlerinin bütün avantajlarına rağmen Şarklılar üzerinde etkili olamazlar.
“Geçmişin ve karşılıklı taklidin etkisiyle, aynı memleketin ve devrin insanları birbirlerine o derece benzerler ki, bu iki tesirden kendilerini en fazla kurtanr gibi görünen filozoflar, Bilim insanları, yazarlar gibi insanların düşünce ve üslûplarında aynı aileden geldiğini belli eden bir hava vardır; biraz dikkatle bunların hangi zamana ait olduğunu anlayabiliriz. Her hangi bir kimse ile biraz konuşmak, bu kimsenin okuduklarını, her zamanki alışkanlıklarını ve içinde yaşadığı çevreyi bize tanıtmaya yeter.”
Bulaşma yalnız düşünceleri değil, bazı hissetme tarzlarını da insanlara kabul ettirecek kadar kuvvetlidir, Tanhauser gibi bir eseri aşağılaştıran ve birkaç sene sonra da onu en çok çekemeyenleri bile ona hayran bırakan da bulaşma.
Fikirler ve inançlar özellikle bulaşma mekanizmasıyla ve çok az da değerlendirme mekanizmasiyle yayılır. İşçilerin bu günkü anlayış tarzları meyhanelerde yapılan iddia ve tekrarların bulaşması ile yerleşir. Her çağın kitlelerinin anlayışları başka türlü olmamıştır, denilebilir. Renan hıristyanlığın ilk kurucularını, fikirlerini meyhaneden meyhaneye yayan sosyalist işçilere benzetmiştir. Daha önce Voltaire hıristiyanlıktan bahsederken, “yüz seneden fazla bir süre onun sadece sıradan en basit halk tarafından kabul edilmiş olduğunu” söylemişti.
Bu söylediklerime benzeyen hallerde bulaşma, halk arasında etkisini yaptıktan sonra toplumun yüksek tabakalarına geçer. Bu suretle, bugün sosyalist kuramlar sonradan onun ilk savunucuları olacak kimseleri kazanmağa başlıyor. Bulaşma söz konusu olunca, önünde şahsi çıkar düşüncesi bile kayboluyor.
İşte bunun için, halk arasında tutunmuş olan bir fikir, ne kadar yanlış olursa olsun, nihayet toplumun yüksek tabakalarına da kendini kabul ettirmektedir. Aşağı seviyedeki toplumsal tabakaların yüksek tabakalar üzerindeki bu etkisi öyle hayret vericidir ki, kitlelerin inançlarını oluşturan fikirler, önceleri içinden çıkmış oldukları çevrede tesirsiz kalmış olanlardır. Bu yüksek düşünceleri benimseyen önderler onların şeklini bozarlar ve bir tür mezhep icat ederler. Bu mezhep de o fikri bir daha bozar, sonra onu gittikçe daha bozularak kitleler arasında yayar. Yaygınlaşan ve taraftar bulan, tutulan bu fikirler bir kez hakikat kılığına girdi mi, geldiği yere, eski kaynağına tekrar döner ve o zaman yüksek tabakalar üzerinde etkisini gösterir.
Kısaca, dünyaya kılavuzluk eden zekadır ama bu kılavuzluğu çok uzaktan yapar. Açıklamaya çalıştığım mekanizma etkisiyle fikirler zafer kazandıklarında, onları ortaya atan düşünürler çoktan toprak olmuşlardır.
3 Nüfuz (prestige)
iddia, tekrar, ve bulaşma aracılığıyla yayılmış olan fikirlerin büyük bir kudrete sahip olmaları nüfuz dediğimiz o esrarlı kudreti kazanmış olmalarındandır. Fikirler veya insanlar dünyada hakim olan her şey, bu nüfuz dediğimiz kudretle kendilerine itaati sağlamışlardır. Bu kelimenin anlamını herkes bilir; fakat o, tarifi kolay olmayacak derecede çok çeşitli tarzda tatbik olunur ve kullanılır. Nüfuz sözünde hayranlık, korku gibi hisler saklı bulunur ve bunlar nüfuzun temelidir. Fakat bunlarsız da nüfuz olabilir, ölmüş bulunan ve bu sebeple kendilerinden artık korkmıyacağımız İskender, Sezar, Muhammed, Buda gibi kimseler bugün bile büyük bir nüfuza sahiptirler, öte yandan, Örneğin Hindistan’ın yer altı mabetlerindeki ejderhalar gibi, bizim hayranlık hissetmediğimiz efsaneler de yine, bize büyük bir nüfuza bürünmüş görünmektedir.
Gerçekte, nüfuz, bir şahsın, bir eserin yahut bir inancın ruhumuz üzerine yaptığı bir çeşit afsunlamadır. Bu afsunlama bizim bütün eleştiri kabiliyetimizi felce uğratır ve ruhumuzu hayret ve saygı duygularıyle doldurur. O zaman meydana gelen hisler, bütün hisler gibi açıklaması olanaksız bir hal alırlar. Bu hisler manyetize edilen bir şahsın etkisi altına girdiği zaman telkinin verdiği duygu çeşidindendir. Nüfuz, her hakimiyetin en kuvvetli zenbereği, en kudretli aracıdır. İlahlar, krallar, kadınlar onsuz hiç bir zaman hükmedemezler.
Nüfuzun çeşitlerini başlıca ikiye indirebiliriz: Kazanılan nüfuz, şahsi nüfuz. Kazanılan nüfuz, ismin, rütbenin, unvanın, şöhretin verdiği nüfuzdur. Bu çeşit nüfuz şahsi nüfuza bağlı değildir. Şahsi nüfuz bazı defa şöhretle, servet ve kısmet ile aynı zamanda mevcut olan veya bunlarla desteklenen, fakat tamamiyle ayrı ve bağımsız olarak mevcut olabilen ferdi bir şeydir.
Sonradan kazanılan ve sun’i olan nüfuz çok daha yaygındır. Bir ferdin yalnız bir mevki sahibi olması, bir serveti bulunması, bazı unvanları taşıması, şahsi değeri ne kadar hiçlik ifade ederse etsin, onu bir nüfuz halesiyle sarar. Üniformasını giymiş bir askerin, kırmızı elbisesi içinde bir hakimin her zaman bir nüfuzu vardır. Pascal, hakimler için kırmızı cübbe ve takma saçın gerektiğini isabetle kaydetmişti. Hakimler, bunlar olmazsa nüfuzlarının büyük bir kısmını kaybederler.
Bahsettiğim bu nüfuz şahıslara aittir. Onun yanma fikirlerin edebi veya güzel sanatlara dair eserlerin nüfuzlarını koyabiliriz. Bunlar çok defa tekrarların birikmesinden başka bir şey değildir. Tarih ve özellikle edebiyat ve güzel sanatlar tarihi, hiç kimsenin kontrole kalkışmadığı aynı fikirlerin tekrarı olduklarından nihayet herkes okulda öğrendiğini tekrar eder durur. Hiç kimsenin dokunmaya cesaret edemiyeceği bazı isimler ve şeyler vardır. Bir yeni çağ okuyucusu için Homeros’un eseri büyük bir can sıkıntısı verir; fakat bunu söylemeğe kim cesaret edebilir? Parthenon şimdiki halinde cazibeden oldukça yoksun bir harabedir. Fakat öyle bir nüfuza sahiptir ki, artık o daima tarihi hatıralarının debdebesiyle birlikte görülür. Nüfuzun bir özelliği de her şeyi hakikatte olduğu gibi görmekten insanı alıkoyması ve değerlendirme yeteneğini felce uğratmasıdır. Kitleler her zaman, bireyler çoğu defa hazır fikirlere muhtaçtırlar. Bu fikirlerin beğenilip kabul edilmesi, onlardaki gerçek veya batıl payı ile ilgili değildir. Bu başarı duygusu onların nüfuzunda gizlidir.
Şimdi şahsi nüfuza geliyorum. Yapma veya kazanılmış nüfuzdan çok farklı olan bu çeşit nüfuz, her unvandan, her nüfuzdan ayrı bir araçtır. Bu çeşit nüfuza sahip bulunan sayıları çok az kimseler, hiç bir nüfuz vasıtasına sahip bulunmayan kimselerin ve kendine denk olanlar da dahil olmak üzere, etrafını çevreleyen bütün insanların üzerinde gerçekten bir mıknatıs etkisi gösterirler. Böyle bir tesir altında kalanlar, bir yırtıcı hayvanın kolayca parçalayabileceği terbiyecisine itaat etmesi gibi ona itaat ederler.
Buda, İsa, Muhammed, Jeanne d’Arc, Napolyon gibi, insanları sevk ve idare ediciler nüfuzun bu yüksek çeşidine sahip idiler. Özellikle bu çeşit nüfuz ile kendilerine itaat edilmeyi sağladılar. İlahlar, kahramanlar ve inançlar kendilerini kabul ettirirler ve tartışma edilemezler, edildikleri anda da ortadan silinirler.
Burada andığım kimseler şöhret kazanmadan çok önceleri kendilerine bağlama kudretine sahip idiler ve aslında böyle bir kudrete sahip olmasalardı şöhretlerini kazanamazlardı. Napolyon şan ve şöhretinin en yüksek noktasına eriştiğinde sırf kendi kudretiyle bir nüfuz icra ediyordu. Ve bu nüfuza meslek hayatının ilk zamanlarında da sahiptir. Henüz tanınmamış bir general olarak torpil kullanarak İtalya ordusuna komuta etmeğe gönderildiği zaman, Direktuvar, hükümetinin kendilerine gönderdiği bu genç torpilli generali güzel bir törenle kabul etmeğe hazırlanan generaller arasına girdi.
Daha ilk dakikada, hiç bir kelime söylemeksizin, jestler, tehditler olmadan, yarının büyük adamının ilk bakışları karşısında büyülenmişlerdi. Tain, o zamanın hatıralarından aldığı bu meraklı sahneyi şöyle canlandırır:
“Alay komutanları ve bu arada yüksek boyu ile ve cesaretiyle övünerek bir çeşit kahramanlık taslayan ihtiyar general Augereau, Paristen gönderilen bu küçük züppeyi karşılamak için hiç de iyi hazırlanmamış olan genel karargaha gelirler. Napolyona dair kendisine verilen bilgiler üzerine Augereau sövüp saymaya başlar Napolyon hakkında: Baras’ın bir gözdesi bir Vendeminaire generali, bir bir sokak generali; ayının birisi, çünkü düşünmeyi yalnız o bilir, küçük bir adam, matematikte ve hülyada meşhur… Alay generalleri genel karargah salonuna girerler, Napolyon kendisini bekletir, nihayet görünür, kılıcını beline bağlar, şapkasını giyer, aldığı tertipleri izah eder, talimatını verir, onlara gidebilirsiniz der, generaller dışarıya çıkarlar. Augereau dili tutulmuş gibi dona kalır. Yalnız dışarıya çıktıktan sonra kendine gelir ve her zamanki küfürlerine başlar. Massena’ya ve kendisine bu general bozuntusunun verdiği korkuyu itiraf eder, daha ilk bakışta kendisini ezilmiş, yenilmiş hissettiren kudreti anlayamaz.”
Büyük adam olunca nüfuzu bütün zaferiyle büyüdü ve müminler için ilahın nüfuzu ne ise ona eşit bir nüfuz kazandı. Augereau’dan daha sert, daha enerjik olan ihtilalci ihtiyar general Vandamme, bir gün 1815 ‘te Tuilerie sarayının merdivenlerini çıkarken general Omano’ya Napolyon hakkında şöyle diyordu:
“Azizim, bu şeytan adam anlayamadığım bir afsun ile beni büyülüyor, öyle ki, ne şeytandan ne ilahtan korkan ben, ona yaklaştığım zaman bir çocuk gibi titriyorum, o zaman o beni ateşe atmak için iğne deliğinden geçirebilir.”
Napolyonun nüfuzu, kendisine yaklaşmış olan herkes üzerinde aynı tesiri yapıyordu.
Maret ile kendisinin Napolyana karşı derin bağlılıklarından bahsederken Davoust şöyle söylüyordu:
“Eğer imparator her ikimize, “siyasetim gereği kimse Paris’ten çıkmadan ve kaçmadan şehrin yakılması gerekiyor” deseydi, Maret bu sırrı kimseye söylemezdi, bununla beraber ailesini Paris’ten çıkarmak suretiyle bu sırrı tehlikeye düşürürdü. Halbuki ben, imparator anlar korkusuyla ailemi ve çocuklarımı Paris’te bırakırdım.”
Aklı durduran bu tesir gücü, Elbe adasından o mucizevi dönüşü izah eder. İstibdadından usanmış olduğu sanılan büyük bir memleketin muntazam kuvvetleriyle savaşarak tek başına bu memleketi, Fransa’yı fethetmesi başka türlü nasıl açıklanabilir? Kendisini yakalamağa gelen yeminli generallere bir kere bakması, onların direnmeden teslim olmalarına yetti, İngiliz generali Wolseley şöyle yazar: “Napolyon, krallığı olan Elbe adasından kaçarak tek başına Fransa’ya çıkar ve bir kaç hafta içinde meşru kralının idaresi altında bulunan Fransa devletinin bütün kurumlarını kan dökmeksizin alt üst eder. Bir tek adamın şahsi nüfuz ve etkisi bu derece hayret verici tarzda ne zaman görülmüştür? Fakat muharebelerinin sonuncusu olan bu savaşta, harekatın başından sonuna kadar, müttefikleri de bu girişimi takibe mecbur ederek, onlar üzerine yapmış olduğu tesir ne kadar büyüktür. Bu savaşlar müttefikleri hemen hemen bozacak gibi değil miydi?”
Napolyonun nüfuzu kendisinden sonra da yaşadı ve büyümeğe devam etti. Meçhul bir yeğeni imparator diye takdis ettiren o idi. Bugün menkıbesinin yeniden ortaya çıktığı görülürse bu büyük karaltının hala ne kadar kudretli olduğu iyice anlaşılır. İnsanlara alabildiğine zulüm ediniz, milyonlarca insanı öldürtünüz, istilalar üzerine istilalar yapınız, eğer o derecede bir nüfuz ve bu nüfuzu sürdürmeye yetecek derecede zekanız varsa size her şey mubahtır.
Şüphesiz, burada mutlak şekilde istisna bir nüfuz örneği verdim, fakat dinlerin, büyük mezheplerin, büyük imparatorlukla™ nasıl meydana geldiğini anlatmak için bu konu faydalı idi, Nüfuz aracı ile kitleler üzerine yapılan hüküm ve güc olmaksızın bu durum anlaşılmaz olarak kalırdı.
Nüfuz yalnız şahsi veya askeri tehdit, dini inanç üzerine kurulmaz, daha sade kaynaklara sahip bulunabilir, bununla beraber daha da büyük olabilir. Asrımız bu çeşit nüfuzlara birçok örnekler vermiştir. Bunlardan birini de, uzun yıllar boyunca hatırdan çıkmıyacak olan ve iki kıtayı birbirinden ayırarak yer kürenin çehresini değiştiren ve milletler arası ticari ilişkileri ıslah eden biraz önce söylediğim, tarihi bir şahsiyet vermiştir. Bu zat, teşebbüsünde, çok kuvvetli irade sayesinde, fakat aynı zamanda yakınları üzerinde yaptığı büyüleyici tesir ile başarılı olmuştu. Kendisine karşı itifakla kurulan muhalefeti yenmek için orada kendisini göstermesi ve birkaç söz söylemesi kafi idi. Yaptığı sihirli tesir altında kalan muhalifler, sonunda onun taraftarı ve dostu oluyorlardı. Onun projesine özellikle İngilizler şiddetle karşı geliyorlardı. İngilterede hazır bulunuşu, orada bir zaman kalması, bütün oyların kendi tarafına çevrilmesine sebep oldu. Bir süre sonra Southampten’dan geçerken yollarda ona çanlar çaldılar.
İnsanları ve eşyayı bu suretle kazandıktan sonra, artık engel tanımıyordu ve aynı araçlarla Süveyş’e, bu sefer Panama’da başlamak istedi. Fakat dağları yerinden oynatan iman, bunu ancak dağların çok yüksek olmaması şartıyle yapardı ve dağlar ona karşı durdu ve bunu takip eden facia, kahramanı çevreleyen şan ve şeref ışığını söndürdü. Onun hayatı bir nüfuzun nasıl büyüdüğünü ve nasıl yok olduğunu gösterir. En meşhur tarihi kişiliklerin yükseldiği mevkiye kadar çıktıktan sonra, memleketin Yargıçları tarafından en sefil caniler derecesine indirildi, tabutu kayıtsız halk arasından yalnız olarak geçirildi. Sadece yabancı hükümdarlar onun hatırasına saygı gösterdiler.
Bu söylediğim çeşitli örnekler konumuzun en yüksek şekilde temsil ederler. Nüfuzun psikolojisini genişçe inceleyebilmek için dinlerin ve imparatorlukların kurucularından, bir yeni elbiseye yahut bir nişanla komşularının gözlerini kamaştırmak, komşularını hayretler içinde bırakmak isteyen bir kimseye kadar, nüfuzun bütün serisini gözden geçirmek gerekir.
Bu serinin en başta ve en sonra gelen noktalan arasına bir medeniyetin bilimleri, sanatlan, edebiyatı gibi çeşitli unsurlarında mevcut nüfuzların bütün şekilleri konulabildiği zaman, başkalarına tesir edebilmek için nüfuzun asli bir unsur olduğu görülür. Bir insan, bir fikir yahut başka bir şey nüfuza sahip ise derhal bulaşma yoluyle taklit edilir ve bütün bir nesle his ve fikir tarzları aşılar. Bundan başka taklit çoğunlukla bilinsizcedir ve taklidi meydana getiren de bu niteliktir. Modem ressamlar bazı alışkanlıkların silik renklerini ve sert davranışlarını oldukları gibi tasvir ederlerken, ilhamların nereden geldiği hakkında hiç bir düşünceleri bulunmaz, kendi samimi duygularına inanırlar. Halbuki meşhur bir ressam bu sanat tarzını meydana getirmemiş olsaydı şaşkınların yalnız zayıf ve olmanın ahlakına karşı isyan eder. De Lesseps iki denizi birleştirdiği zaman, hükümdarlar ve milletler kendisine takdirlerini bildirdiler. Bugün ki Cordilieres kayalıklarına karşı başarısızlığa uğruyor, artık bayağı bir dolandırıcıdan başka birşey değildir. Burada toplumun sınıfları arasında bir savaş var, başkalarının üstüne çıkmak, yükselmek isteyenlerden ceza kanunu ile intikam alan bir bürokratlar ve memurlar hoşnutsuzluğu var. Yeni kanun yapıcılar insan dehasının bu büyük düşünceleri karşısında şaşırıyor. Halk bunları az anlıyor ve Stanley’in bir katil ve Lesseps’in bir düzenbaz olduğunu ispat etmek böylece bir savcı için kolay oluyor.” süfli tarafları görülmeye devam olunurdu. Tanınmış bir yenilikçiye uyarak bezleri üzerine mor renkler ve gölgeler yayan ressamlar, doğada elli sene öncekinden daha fazla mor renk görmezler, fakat büyük bir nüfuz kazanmış olan bir ressamın şahsi ve özel duyguları ile etkilenmişlerdir. Medeniyetin her unsurunda bu gibi örnekler kolaylıkla ortaya konulabilir.
Bu söylediklerimizden şu anlaşılır; nüfuzun doğmasında birçok faktörler araya girebilir ve bunlar arasında da “başarı” en önemlisidir. Başarılı olan insan ve bu arada bir fikir, ancak bu başarılı olduğu için itirazla karşılanmazlar.
Nüfuz her zaman başarısızlıkla sona erer. Bir gün önce kitle tarafından alkışlanan kahraman, eğer talihin tokadını yemişse, ertesi gün tahkir edilir. Hatta bu ters görüntü, nüfuzun önceki büyüklüğü oranında şiddetli olur. Böyle, düşen bir kahramanın, kendisinin dengi olduğunu görünce artık tanımadığı bir üstünlüğün önünde eğilmiş olmanın intikamını alır. Robespierre meslekdaşlarının ve o zamanın birçok tanınmış adamlarının kafalarını kestirirken büyük bir nüfuz kazanmıştı. Mecliste birkaç oy’un yer değiştirmesiyle nüfuzunun derhal sona ermesi bir oldu. Kitleler bir gün önce Robespierre’in kurbanlarını ne kadar küfür ve tahkir ile giyotine götürmüşler ise, aynı küfür ve hareketi bu sefer ona yaptılar. Bir inancın sahipleri eski ilahlarının heykellerini daima şiddet ve hınçla kırarlar.
Başarısızlığın ortadan kaldırdığı nüfuz birden bire kaybolur. Nüfuz, tartışma ile de yıpranabilirse de, bu oldukça yavaş ve zamanla olur. Bununla beraber bu yöntemin etkisi daha sağlam sonuç verir. Tartışılan nüfuz artık nüfuz olmaktan çıkar. Uzun zaman nüfuzlarını muhafaza edebilmiş olan insanlar ve ilahlar tartışma konu olmaya asla katlanamaz. Kitlelerin hayranlığını kazanmak için onları kendinden daima uzak tutmak gerekir.
Gustave Le Bon

https://www.cafrande.org/yonetenler-kalabaliklarin-yontemleri/
submitted by karanotlar to u/karanotlar [link] [comments]

Kabala Büyüsü

Kabala büyüsü yahudi mistik inancına göre Hz musanın sina dağında ALLAH tarafından kendisine verilen gizli işaretleri tevrata göre yorumlama yetisinden gelmektedir. Bu gizemli iletiler tevratta bulunan her bir cümle karşılığı gelen sayıların toplanması ve ortaya çıkan sayınında bir şifreyi açığa çıkarması ile olmaktadır. Bu gizemler çözüldükçe insanoğlu ALLAH a yakınlaşmaktadır. İşte bu ilim sayesinde insanlar tavrattaki sırları çözmekte ve bu sırların sonunda ALLAH a daha da yakınlaşarak diğer insanların yapamayacağı şeyleri yapma kudretini elde etmektedir. Kabala büyüsü bir bakıma insanı nirvanaya (sonsuz güce) ulaştırmak amacında olan bir ilimdir. Herkes tarafından yapılamaz ve bu ilmi bilmek için ibraniceye son derece hakim olmak gerekmektedir. islam dininde kuran-ı kerimde nasıl şifre çözmek için ebced ilmi kullanılıyorsa yahudi dininde de tevratın şifrelerini çözmek için gematria verilen bir ilim kullanılır. gematria da ibranice her harfin sayısal bir değeri vardır bu sayısal değerler bizlere bir takım şifreleri çözmede yardımcı olurlar.
1)Alef2)Betב3)Gimelג4)Daletד5)He6)Vav7)Zayinז8)Hetח9)Tetט10)Yodי20) veya 500&action=edit&redlink=1)Kafכ, ך30)Lamedל40) veya 600&action=edit&redlink=1)Memמ, ם50) veya 700&action=edit&redlink=1)Nun)נ, ן60)Samekס70)Ayinע80) veya 800&action=edit&redlink=1)Pe)פ, ף90) veya 900&action=edit&redlink=1)Tsadeצ, ץ100)Kufק200&action=edit&redlink=1)Reşר300&action=edit&redlink=1)Şinש400&action=edit&redlink=1)Tavת
İbranice harflerin sayısal değerleridir. Bu değerler sayesinde tevratta yazılı olan şeylerin hepsi bir rakam esasına göre incelenir ve kainatın şifrelerini çözmek ve insan olarak kendini bir üst seviyeye taşımak adına çalışmalar yapılır. Kabala ilmine tam olarak vakıf olan bir kişi evrenin tüm şifrelerini çözmüş ve mutlak güce ulaşmış demektir. Bu mutlak güç normal insanların akıl ve hayal edemeyeceği bir güçtür. İslam dininde duru görü ya da gönül gözü açılması dediğimiz olay yahudilerde kabala olarak adlandırılır.
Bir çok medyum sitesinde kabala büyüsü ile alakalı saçma sapan açıklamalar yapılmakta olup bunların hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır. Kabala büyüsü ne aşk büyüsüdür ne de ayırma büyüsüdür. Kabala büyüsü ne ak büyüdür ne kara büyüdür. Kabala bir ilimdir ve bu ilmi öğrenen kişi dünya üzerinde istediği kişiye istediği şeyi yapabilir. Kısacası kabala genel bir disiplin olmakla birlikte tam olarak öğrenildiği takdirde istediğiniz amaca yönelik hizmet etmektedir. Birini kendinize aşık etmekten tutunda, zengin olmaya, birini öldürmeye, birini kendinize bağlamaya her türlü işiniz için bu büyüyü kullanabilirsiniz. Aslında kabala büyüsü de sırf bu isimle tanıyorsunuz diye kullandığım bir cümledir. Kabala büyü bile değildir kabala genel bir disiplinin adıdır. Yaşam felsefesidir ve sonsuz gücü elde etmek için yapılan çalışmanın adıdır.
Türkiye’de kabala büyüsü yaptığını iddia eden hayatları safsata olan medyum müsvetteleri mevcuttur. Bunların söylediklerine itimat etmemenizi öneririm, çünkü bunlar hala kabalaya büyü demekte ve ibranice tek harf bile bilmemektedirler. İnsanlara kabalayı büyü olarak tanıtıp işlem yapıcam yalanıyla onlardan binlerce lira para almakta ve insanların dini duygularını istismar etmektedirler. Kabala büyük bir disiplindir ve ilim sahibi olmayan kişiler tarafından öğrenilmesi imkansızdır. Bu ilime vakıf olan kişi gelecekten haber verip gayb hakkında konuşabilir. Öyle bir ilimdir kabala…
Umarım sizlere anlatmış olduğum şeylerden biraz ders çıkarır ve sahtekarların tuzağına düşmezsiniz.
submitted by Nahuel1905 to u/Nahuel1905 [link] [comments]

iddia ne demektir video

İddaa'da ÜST bulma taktiği % 100 2018 - YouTube İDDA SİTESİ NESİNE.COM(((ABONE OLUN LÜTFEN)) - YouTube Said Nursi Gerçeği İddialarına Cevaplar - 35. İddia ... İDDAA Handikap Nedir? (TIKLA ÖĞREN!) - YouTube İDDAA - SİSTEM NEDİR? NASIL HESAPLANIR? - YouTube İddaa Yeni Sistem Hakkında Genel Bilgi (BÖLÜM 1) - YouTube İnsan ne demektir? - Barış Özcan

X/X iddaa ne demek sorusu iddia oynayan birçok kişinin kolaylıkla cevap verebildiği bir sorudur. Bu bahis şekli ilk yarı ve maç sonucuna dair yapacağınız bir bahis şeklidir. İlk yarı bahisi yapacağınız zaman ilk yarı bittiğinde maçı kimin önde kapatacağı konusunda bahis yaparsınız. ilk yarı sonucunda farklı seçenekler bulunmaktadır. iddia kelimesinin anlamı. iddia için 3 adet anlam bulundu. İleri sürülerek savunulan düşünce, sav. Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmış gibi gösterme. Başka bir ifadeyle, usul ve adabına uygun bir şekilde başlanmış bir ibadeti bozup, geçersiz hâle getiren davranış ve eksikliktir. Hukukî işlem veya ibadetin bozulmasına fesât, bu işlem ya da ibadete de fâsit denir. (bk. Fesât) (İ.P.) İDDİA Nedir? Ne demektir? 0. By admin on 24 Ocak 2019 bulmaca. İDDİA bulmaca anlamı nedir? İDDİA nedir? Bulmaca meraklıları için bulmacalarda, bulmacada, çengel bulmacada, kare bulmacada, bulmaca sorularında, bilmece sorularında, posta gazetesi bulmacalarında, posta gazetesi bulmaca çöz sözcük avı, zeka bulmacaları veya bulmacada sorulan İDDİA bulmaca sorusunun cevabı ... İddia Ve Savunma Dokunulmazlığı Nedir? Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin Kutsal adına en mükemmel ve son sözün belirli bazı insanlar, ruhbanlar, hahamlar, veliler, amirler veya alimler tarafından söylendiğini iddia etmek, din alanını sözsüz, cansız ve insansız bırakmak anlamına gelmektedir. Dini anlamak ve anlamlandırmak, dini alanda insanı canlı, söz sahibi ve üretken kılmak demektir. Dinler tarihinde Kutsal’a dair söylenen her şey, insan ... Kulluk ispat ister, tüm sahte ilahları kanun koyucuları (tağutları) reddetmeden Allah’a kul olunmaz. Hem Allah’a kul olduğunu iddia etmek, hem de Allah’tan başkalarına kul olmak çok çelişkili bir durumdur. Kulluk etmek insanın fıtrat ve yaratılışındaki gayenin gereğidir. "iddia" ifadesini Türkçeden Kürtçeye çeviri yapıldığında miçilge. anlamına gelmektedir. Bir istemin, bir iddianın “dava” sayılabilmesi için temelde 3 unsur vardır. Bunlar, “davacı“, “davalı“, “dava konusu“ “Davacı” ; Eski dilde, davacıya Müddei denilirdi. Müddei, iddiada bulunan, istemde bulunan demektir. İddaada üst ne demektir? Over (Üst): Yukarıda anlattığımız bahsin tam tersidir. Yani maçta en az 3 gol olmalıdır. Maçın skoru 2-1, 1-2, 2-2, 3-0, 4-1 gibi toplam gol sayısı en az 3 olursa karşılaşma Over (Üst) bitmiştir demek. Örneğin Galatasaray - Kayseispor maçı 2-2 biterse bu maça Over (Üst) oynayanlar kazanmış sayılır. Futbol için iddaada alt üst kavramları ...

iddia ne demektir top

[index] [3985] [7902] [7949] [6897] [9065] [4546] [965] [9825] [1498] [5497]

İddaa'da ÜST bulma taktiği % 100 2018 - YouTube

Bilgi Marketten herkese selamlar. Bu Videomuzda Sizlere Yeni Sistemden BahsettikTÜM VİDEOLARIMIZ: http://www.youtube.com/c/BilgimarketKANALA ABONE OL: https:... sizce robotlar zekalarının yanı sıra duygularını da geliştirirse ne olur ? barış özcan'la birlikte izleyelim. dipnot:bu video barış özcanın detroit:become hu... Merhaba arkadaşlar :2018 liglerin yeni başlamasından dolayı 2.5 üst 3.5 üst ilk yarı 1.5 üst bulma taktiği video da izleyebilirsiniz. İyi seyirlervideoları ... Bütün iddia cevaplarının metinlerine buradan ulaşabilirsiniz: http://www.sorularlarisale.com/kategori/66888/said_nursi_gercegi_iddialarina_cevaplar.html36. İ... nesine.com idda sitesi nasıl kullanılır?idda sitesi hakkinda nesine.comgüvenilir bir idda sitesi olan nesine.com idda sitesi yasal spor bahis sitesidir. İddaa sistem hakkında fazla bilgisi olmayan arkadaşlar adına hazırladığım videonun içeriği şu şekildedir.1. Sistem nedir?2. Sistem neden oynanır?3. Hangi Sis... handikap nedir nasıl oynanır?handikap ne demek?handikap oynamaiddaa handikap

iddia ne demektir

Copyright © 2024 top.playrealmoneybestgames.xyz